tatil-sepeti
Prof. Dr.  Kerem ALKİN

Prof. Dr. Kerem ALKİN

Diğer Yazıları

İhracatta kırılan rekorlar ve güçlü toparlanma, ekonomi yönetiminin piyasaları canlı tutmak ve KOBİ’leri, esnafı desteklemek adına hayata geçirdiği tedbirler, temmuz-eylül döneminde milli gelir, GSYH büyümesini iki haneli bir orana taşımış olabilir. Başbakan Yıldırım’ın 25 Ekim’de vurguladığı üzere, yılın 3. çeyreğinde yüzde 10.1 artış yakalamış olan sanayi üretimi ile birlikte Türkiye ekonomisinin yüzde 10.2’lik bir büyüme yakalamış olması hayli güçlü bir ihtimal olarak gözüküyor. Bir başka hesaba göre, 3. çeyrekte büyümenin yüzde 15 civarında, yukarı veya aşağı 1 puan civarında bir oynama ile bir hayli yüksek bir performans yakalamış olma ihtimali de matematiksel olarak olasılıkların arasında gözüküyor. Her ne olursa olsun, iki haneli bir büyüme oranı, dünya ekonomisindeki büyüme oranları dikkate alındığında, G20 ülkeleri arasında, hatta önemli bir farkla, 3. çeyrekte en yüksek büyüme oranını yakalayacağımızı gösteriyor.

Madencilik sektöründe gözlenen hareketlilik, başta enerji üretiminde yerli kaynaklara yoğunlaşma stratejisi dikkate alındığında, umut veriyor. Bunun yanı sıra, imalat sanayi açısından ara malı, hammadde kullanımında yerli üretimin artması da umut verici. Türkiye’nin fiyat istikrarı, maliyet enflasyonun dizginlenmesi ve cari açığın azaltılması adına, enerji ve imalat sanayinde yerli hammadde ve kaynaklarla üretime ağırlık vermesi kritik önemde. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde madencilik ve hammadde üretiminde verilerin güçlü gelmeyi sürdürmesi, bu konuda iyimser olmamızı destekleyecek. Özel sektör yatırımlarının canlandırılması, sermaye malı, yani makine ve teçhizat üretiminin seyri açısından çok önemli. Geçtiğimiz eylül ayında, yerli makine ve teçhizat üretimindeki artışın bir önceki yılın eylül ayına göre yüzde 10.9 artış oranı yakalaması da olumlu bir gelişme. Bu noktada, TCMB’nin her ay düzenli olarak açıkladığı imalat sanayi kapasite kullanım oranının hayli yüksek seyretmesi, makine yatırımlarında yeni bir dönemin başlayabileceğine işaret ediyor.

Dayanıklı tüketim mallarındaki yıllık bazdaki yüzde 36.5’lik rekor artış, ekonomi yönetiminin piyasaları canlı tutmak adına, çeşitli mal ve hizmetlerde uyguladığı vergi indiriminin üretim rakamları üzerindeki etkisinin güçlü olduğunu gösteriyor. Gıda, tekstil, kauçuk ve plastik, kimyasal ürünler ve mobilya sektörlerindeki güçlü üretim rakamları, piyasalardaki hangi sektörlerin canlılık içinde olduğu noktasında gereken ipucunu veriyor.
Yılı bitirirken, büyüme rakamlarımızın performansı, Türkiye’nin uluslararası ekonomi çevrelerinin önemli gündem maddesi olmasını sağlayacak.

ENFLASYONUN ÇÖZÜMÜ YERLİ KAYNAKLAR

Enflasyon kelimesi, yani ‘fiyatlarda şişkinlik’ anlamına gelen kelime 18. yüzyıldan beri kullanılıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Türkiye’nin 150 yıllık sorunu. Cumhuriyet tarihinde üç haneli enflasyonu 1980, 1993-1994 ve 1998’de 3 kez gördük; ama Latin Amerika’nın durumuna düşmedik.
1970 ağustos ayından bu yana ilk kez tek haneli enflasyona, 34 yıl sonra, ancak 2004 mayıs ayında dönebildik. 2009’da, yıllık bazda tüketici enflasyonu yüzde 5’ler civarına yaklaşsa da 1970 temmuz ayından 41 yıl sonra, enflasyon ancak 2011’de yüzde 5’in altını görebildi. 2004’ün mayıs ayından sonra, ilk kez yüzde 10’un üstüne 2006 haziran ayında çıkan enflasyon, 2008 temmuz ayında yüzde 12.06 ve ekim ayındaki yüzde 11.99’dan 9 yıl sonra, geçtiğimiz ekim ayında yüzde 11.90 ile son 12 yılın en yüksek üç oranı oldu.

Bu üç yüksek tüketici enflasyonunun analizi yapıldığında, döviz kurlarındaki oynaklık ve artışın başat rolde olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin ithalata bağımlılığı, her kur sıçramasında, Türkiye ekonomisinde önce maliyet, ardından firmaların bu maliyeti yansıtması ile tüketici enflasyonu olarak dönüyor. Fiyat istikrarı açısından, işgücü, hammadde, enerji ve finansman maliyetlerinin yönetimi kritik önemde. Hammadde ve enerji maliyetleri küresel emtia fiyatları ve döviz kurlarıyla doğrudan bağlantılı. Finansman maliyetleri ise kredi faiz oranlarıyla şekilleniyor. Petrol fiyatları 2016 ocak ayından bu yana yüzde 80’in üzerinde arttı. Enerji Bakanlığı ise doğalgaz fiyatını yüzde 10 aşağı çekerek ve doğalgaz fiyatına zam yapmayarak, enerji maliyetlerini minimize etmeye çalışıyor.

TL’nin dolar ve Euro karşısındaki değer kaybı, iki yıla yayılmış 8 puanlık bir fazladan enflasyon etkisi anlamına geliyor ve kurlar sürekli yükseldikçe bu etki eriyip yok olmuyor. Kredi faiz oranlarının iki yılda yüzde 65 arttığını ve 6 puanlık bir etkiyi dikkate aldığımızda, maliyet enflasyonun göstergesi olan yurtiçi ÜFE, 2003 ekim ayından bu yana, 2008 temmuz ayından sonra, ikinci kez yüzde 18’e dayanmış durumda. Yurtiçine mal satan üreticilerin maliyetleri yüzde 18, ihracatçı firmaların maliyetleri yüzde 24 artmış durumda. 20 ve üzerinde işgücü çalıştıran işletmeler açısından bakıldığında, hammadde maliyetlerinin payı yüzde 45, enerji maliyetleri yüzde 8, finansman maliyetleri yüzde 4.5, kur artışı zararı ve faiz giderlerinin payı yüzde 7.5. Açık ve net, enflasyonla mücadelenin başarısı ithalata bağımlılığın azaltılmasından, yurtdışından borçlanmak yerine, yurtiçi tasarrufları artırmaktan ve kredi faiz oranlarının düşürülmesinden geçiyor. Üretim ve finansmanda yerli kaynakları artırmak, fiyat istikrarını da getirecek.

14 Kasım 2017 Salı