Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

Hüseyin Öztürk

Biz, millet olarak sözlü kültüre önem veren ve değer yargılarını, sözlü kültürle yaşatan bir toplumuz. Hemen her işimizde ve dost sohbetlerimizde atasözlerimize, deyimlerimize müracaat ederek, sözü rayına oturtup yol veririz.

“Varlık nasip işidir, tutmak akıl işidir” sözü üzerine belki 300-400 sayfalık bir kitap yazılabilir ama bu kadar sayfada anlatılanlar, böyle birkaç kelime ile de izah edilebilir.
Ticari hayatta, bürokraside, siyasette, sanatta ve diğer sahalarda, nasip kavramı sıkça kullanılır. Yerli yerince dile getirildiğinde insandaki ‘tamahı, hırsı, kıskançlığı, öfkeyi’ frenleyerek, kişiler arası ilişkide yeni ufuklar açar.

***

Kazançlarımız ve kayıplarımız varlık ve nasip arasında gelir gider. Mesela bu anlayışa uygun olarak sıkça kullanılan ve insanı rahatlatan sözlerimizden biri, “Nasipse gelir Hint’ten, Yemen’den, nasip değilse ne gelir elden” sözümüzdür.
Yine hangi işimizde olursa olsun, nasip olmayan bir isteğimizi elde edemeyince, teselli mahiyetindeki bu ifadeyi duyduğumuzda razı olmayı ve rıza göstermeyi öğrenir ve ‘hırsa, tamaha, kızgınlığa, kıskançlığa’ akıl ve gönül kapımızı kapatmış oluruz.

Söz buraya gelmişken yine atalarımızdan miras kalan bir sözümüzü daha kaydedelim:

“Nasipse el getirir, yel getirir, sel getirir. Nasip değilse, el götürür, yel götürür, sel götürür.” Dolayısıyla varlık nasip işidir. Böyle söylerken asla ‘çalışma’ ötelenmez. Fiziki veya zihni çalıştığımızın neticesi, nasibimiz olan varlığımızdır.

Varlığın nasip işi olması, yalnız bırakılmamıştır tabii. Yine işin ehilleri devreye girip, nasibin çoğalmasını veya harcanmasını akla bağlamışlar.

“Varlık nasip işidir, tutmak akıl işidir” diyerek, insan aklına ve iradesine önem vermişler.

***

Yeri gelmişken, özü aynı ama anlatış biçimi farklı olan basit bir hikâye nakledelim. Yalnız böyle örneklerin pek çoğu ABD’de yaşanmış gibi anlatılır. Neden böyle bir gerekçeye ihtiyaç duyulur, anlamam gider.

Oysa ABD başta olmak üzere Batı’nın hemen bütününde anlatılan insan hikâyelerinin büyük ekseriyeti; Hindistan, Orta Asya ve Ortadoğu kültürlerine aittir, daha doğrusu esas merkezini Mezopotamya coğrafyası oluşturur.

Çünkü insan hikâyelerinin ilk başladığı coğrafya, bizim de içinde bulunduğumuz Mezopotamya topraklarıdır. Bütün insan hikâyeleri ve tarihi, dünyaya buradan naklolmuştur. Neyse, mevzuyu dağıtmadan örneğimize geçelim.

İstanbul’da bir iş insanımız ile oğlu, öğle yemeklerini Eminönü civarında aynı lokantada yer, misafirlerini de aynı mekânda ağırlarmış. Ayrı vakitlerde yemek yedikleri zaman baba garsonlara 10 lira bahşiş bırakırken, oğlu 50 lira verirmiş. Hikâye bu ya, günlerden bir gün lokantanın şef garsonu baba olan şahsa;

“Beyefendi afedersiniz, arkadaşlarımızla bir hususu merak ediyoruz ve size sormak istiyoruz” der, iş insanı da “Buyur evladım” der.

“Yemekten sonra siz 10 lira, oğlunuz ise 50 lira bahşiş veriyor. Oysa siz patronsunuz, siz daha az, oğlunuz daha çok bahşiş veriyor. Bunun sebebini merak ediyoruz” deyince verilen cevap ders niteliğindedir:

“Evladım, onun babası zengin” der.

***

Eğer cebimizdeki kazancımızda fiziki ve zihni olarak emeğimiz yok ise maddi varlığımız ne kadar çok olursa olsun, babamızdan daha cömert olabiliriz. Çünkü emeksiz parayı harcamak çok zevklidir.

“Varlık nasip işidir, tutmak akıl işidir” sözünü tecrübeli iş insanlarımızın şu tespitleriyle tamamlayalım:

“Paranın yerli yerinde harcanmaması savurganlık ve israftır. Savurganlık ve israfa hazineler dayanmaz. İnsanın en büyük hazinesi varlığı değil aklıdır.”

16 Nisan 2021 Cuma