Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları

Doç. Dr. Nurullah Gür

Borçluluk seviyesi, küresel ölçekte ekonomik büyümeden daha hızlı oranda artmaya devam ediyor. Güncel rakamlara göre, küresel borç seviyesi 250 trilyon doları aştı. Böylece küresel borç stoku, dünya GSYH’sinin üç katına ulaştı.

Son 200 yıldır yaşanan krizlerin neredeyse tamamı aşırı borçlanmadan kaynaklanıyor. Kamu, özel sektör ve hane halklarından biri veya ikisi dönemsel olarak aşırı borçlanıyor. Borç parayı çoğu zaman da etkin bir şekilde kullanamıyorlar. Sonuçta kriz patlak veriyor. Krizin etkilerini sınırlandırmak için sorunların köküne inip yapısal çözümler üretmek yerine başka birimler borçlandırılarak ekonomik sistem ayakta tutulmaya çalışılıyor. Kamunun aşırı borçlanmasından kaynaklanan bir krizle mücadele etmek için reel sektöre kredi muslukları açılıyor. 5-10 yıl sonra reel sektörün aşırı borçlanması sorun teşkil ettiğinde ise bu sefer krediler tüketicilere yönlendirilerek ekonomik aktivite canlandırılmaya çalışılıyor. Sonuçta sürekli borçla beslenen obez bir ekonomik sistem ortaya çıkıyor ve bu da krizleri sistematik hale getiriyor.

Borçluluğun artmasının birçok nedeni var. Küresel finans krizi sonrası Fed ve Avrupa Merkez Bankası gibi büyük merkez bankalarının piyasalara sunduğu trilyonlarca doların bir kısmı eski borçları kapatmaya giderken önemli bir kısmı da dünyanın dört bir tarafına yeni borç olarak aktarıldı. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin bu süreçte toplam borçları hızla arttı.

Dünya genelinde 1980’lerle birlikte kamunun yaptığı sosyal harcamalarda kayda değer bir azalma yaşandı. Bu yüzden de insanlar işsiz kaldıklarında veya aldıkları ücretler hayat pahalılığına karşı eridiğinde borca yönelmekten başka çareleri kalmadı. Kaliteli eğitime erişimin pahalı hale gelmesi, çocuklarının geleceği için aileleri daha fazla borcun altına soktu. Dünya genelinde şişen konut fiyatları, insanları kredisiz ev alamaz hale getirdi.

İletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler de bir taraftan insanları daha fazla tüketmeye sevk ediyor. Geçmişte televizyon reklamları günümüzde ise sosyal medya, tüketim çılgınlığını besliyor. İnsanlar, özendikleri ürünlere sahip olmak için yine krediye başvuruyorlar. Cep telefonları bu eğilimin en çarpıcı örneklerinden biridir.

Küreselleşmeyle birlikte çokuluslu şirketlerin dünyanın birçok noktasında piyasaları domine etmesi yerel şirketleri derinden etkiledi. Yerel şirketler bu süreçte ayakta kalmak için krediyle büyüme stratejisine sarıldılar. Krediden alınan bu para etkin bir şekilde kullanılamadığı zamanlarda da ekonomi için katma değer üretilmeden boş yere borçluluk seviyesi artırılmış oluyor.

Borçluluk seviyesinin artış hızı son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek seyrediyor. Bu da gelişmekte olan ülkeleri daha kırılgan hale getiriyor. Uluslararası sermaye akımlarının yönünü değiştiren en ufak bir değişiklik (jeopolitik ve siyasi riskler veya Fed’in faiz kararları gibi) gelişmekte olan ülkelerin piyasalarında ağır bilanço hasarlarına neden olabiliyor.

Borç, tamamen ortadan kaldırabileceğiniz bir sorun değil. Borç isteseniz de istemeseniz de ekonomik hayatın bir parçası olacak. Ancak borçtan kaynaklanan riskler sınırlandırabilir, borca olan bağımlılık azaltılabilir. Örneğin, reel sektör açısından en ideal çözüm, ortaklığa dayalı finansal enstrümanları ve kurumları daha fazla ön plana çıkarmak olacaktır. Bununla birlikte, merkez bankasının zorunlu karşılık ayarlamalarından bankacılık sektörüne yönelik düzenlemelere ve hatta sanayi ve tarım politikalarına kadar ekonomi politikalarının farklı alanları arasında atılacak koordineli adımlar yoluyla alınan kredilerin daha etkin kullanılmasını teminat altına almaya çalışılmalı.

29 Kasım 2019 Cuma