Prof. Dr.  Kerem ALKİN

Prof. Dr. Kerem ALKİN

Diğer Yazıları

Ekonomi yönetimi, reel sektör ve finans kesimi arasında diyalog, fikir ve öneri alışverişi ile sinerji oluşturmanın öncelik arz ettiği bir dönemden geçiyoruz. Dünya ekonomisiyle ilgili belirsizlikler, ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Trump’ın iç ve dış siyaset alanı ile ekonomiye dair politikalarına yönelik belirsizlikler, ABD Merkez Bankası’nın (Fed) para politikasını nasıl bir tempoyla parasal sıkılaştırmayı sürdüreceği, 2017’nin Avrupa açısından belirsizliklerle dolu bir seçim yılı olacağı gerçeği ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) üzerindeki baskılar, küresel piyasalardaki fiyatlandırmaları doğrudan etkiliyor. Türkiye ekonomisinde, bu zorlu etabı, büyümeyi desteklemeyi sürdürerek ve TL’nin değerini belirli bir bant içerisinde tutmayı başararak geçmemiz gerekir.

Öncelikli sorunumuz enflasyon değil, hiç kuşkusuz. Büyümeyi belirli bir bantta tutarken, Türk Lirası’nın değerini koruyacak tedbirlere ağırlık vermemiz gerekiyor. Bu noktada, hem Türkiye’nin önde gelen şirket ve holdinglerine hem de kamuya, KOBİ’lerin kendilerinden alacaklarının vadesini uzatmamak adına önemli bir görev düşüyor. Ekonomide borç-alacak ilişkisindeki akışı hızlandıracak, canlandıracak tedbirler gerekir. KOBİ’lerin, yasal düzenleme gereği alacaklarının vadesi iki aydan uzun olmamalı. Buna karşılık, piyasada konuşulan vadeler bunun 3-4 katına ulaşmış durumda. Ekonomide ‘Yenikapı ruhu’nu öne çıkarıp, finansal durumu iyi olan şirketlerin, belirsizliği bahane ederek ödemelerini geciktirmemeleri gerekir. Herkes elindeki nakdin üzerine yatarsa, sonunda piyasayı ciddi bir sarmalın içerisinde kendi ellerimizle sokuyoruz.

‘YASTIK ALTI’ ALTIN EKONOMİYE KAZANDIRILMALI

Türkiye, rezervlerindeki 500 tona yakın altın ile dünyada en yüksek altın rezervine sahip 11. ülke konumunda. İnsanoğlunun altın ile para olarak beraberliği M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzanıyor. Anadolu medeniyetlerinin dünya ekonomisine kazandırdığı altın para, bu topraklardan çıkmış bir ödeme aracı olarak, modern dünya toplumlarında da halen önde gelen tasarruf aracı ve Türkiye bunun en iyi örneklerinden birisi. Dünya Altın Konseyi’nin raporuna göre, son 10 yıl içerisinde, yıllık ortalama 181 tonluk altın arzı ile Türkiye altın arzında dünyada 4. büyük pazar konumunda ve yine dünya ölçeğinde, altın talep eden tüketicilerin yüzde 6’sını oluşturan Türkiye’deki hane halkının 3 bin 500 tonluk bir altın rezervini “yastık altı”nda tuttuğu tahmin ediliyor.

Makro ekonomik temellerini, son 15 yılda yoğun bir şekilde hayata geçirilen ekonomik reformlarla, önceki dönemlerle mukayese edilmeyecek ölçüde güçlendirmiş olan Türkiye ekonomisinde, yastık altında 3 bin 500 ton civarında tahmin edilen altın tasarrufunun ekonomiye, finans sistemine ve Merkez Bankamızın rezervlerine kazandırılması, açık ve net, bugünlerde yine tartışmak durumunda kaldığımız döviz kurlarındaki dalgalanmayı tarihsel bazda unutmamıza, bir daha hiç görmememizi sağlayacak bir ekonomik değer. Borsa İstanbul’daki konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Altın Borsası’nın, altın bankacılığının gelişmesi yönündeki isabetli değerlendirmeleri, bu temel gerçeğe dayanıyor. Bankalarımızın şu ana kadar 40 tonu yastık altı olmak üzere, 250 ton altını ekonomiye kazandırabilmişler. Demek ki, bu büyük potansiyeli ekonomimize kazandırmak adına, tüm ekonomi kurumlarımıza büyük bir görev düşüyor.

ALTIN ÖNEMLİ OYUNCU OLSUN

Dünya Altın Konseyi’nin raporu, Türkiye’nin milli gelir büyüklüğünün yüzde 10’u ile 15 arası tahmin edilen yastık altındaki altın stokumuzun, finansal sistemimizin çarkları içerisinde küçük ama önemli bir dişlisi olduğunu gösteriyor. Altın bankacılığı ile bugün kadar yastık altından hareketlendirilebilmiş olan altın değerinin henüz 1.7 milyar doları bulabilmiş olması, yolun başında olduğumuzu gösteriyor. Bu vesile ile İstanbul’un uluslararası düzeyde bölgesel bir finans merkezi olabilmesi adına ciddi yatırımlar ve hedefler ortaya konurken, bilhassa İslami kurallara uygun finansal yatırım araçlarının ve Türkiye’nin altın stokunu ekonomiye kazandıracak pazarların geliştirilmesi, küresel piyasalarda hayli zor geçeceği hissedilen 2017-2018 yılları açısından Türkiye için bir çıkış imkanı olabilir.

28 Kasım 2016 Pazartesi