Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Diğer Yazıları

Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili

Her millet/ kavim/topluluk, yeryüzünde belirli ve sınırlı bir coğrafya üzerinde hayatını idame ettirir. İçerisinde yaşadığı toprakla/ coğrafya ile hemhal olur. Edebiyatını, sanatını, folklorünü burada çıkarır ve sürdürür. Dünyanın her yanında ve her döneminde normal olan budur. Bu, yaşanılan toprağın/coğrafyanın ne olduğu ve ne anlama geldiği ise içinde yaşanılan ‘kültür’ tarafından belirlenir. Buradaki derinlik de kültürün muhteviyatı ile belirlenir ve ölçülür. Farklılıklar da buradan neşet eder.

Aslında toprak; anadır, candır, hayatın kendisidir. Hava, su, ateş ile birlikte dört temel elementten biridir. Vatanın ana unsurudur toprak. Remzi Oğuz Arık, tam da buna işaret ederek ‘Coğrafyayı vatana çeviren bizim hatıralarımızdır’ der. Yani vatan diye bildiğimiz toprak parçası ile hatırat paylaştığımız, ünsiyet kurduğumuz, maneviyat kattığımız, şiir yazdığımız, ağıt yaktığımız bir hususiyet yoksa burası sadece bir toprak parçası ve coğrafyadan ibarettir. Bu durumda buraya bağlılığımız ince bir çizgidir.

Aynı şekilde ülke içinde, doğduğumuz şehre yani memleketimiz diye bildiğimiz toprağa aidiyet duygumuz orada paylaştığımız hatıratlar ve yaşanmışlıklar ölçüsündedir. Bundan dolayı memlekete gitmek için bahaneler ararız, zira bu hatıratlar çeker bizi toprağa. Bu yüzden kısmen kutsallığı ve maneviyatı oluşmuştur zihnimizde. Yine bu yüzden de büyükşehirlerde doğan çocuklarımız aynı bağı hissetmez zira onların hatıratı ve yaşanmışlıkları yoktur. Haksız da sayılmazlar aslında.

Bugünlerde sınır komşularımız olan Suriye ve Irak ile bölgesel problemlerimizin yoğunlaştığı malumdur. Özellikle Suriye’nin yıllardır kendi iç karışıklıklarından dolayı güvensiz bir bölge oluşturması ve bunun bizim için bir tehdit unsuruna dönüşmesi karşısında Türkiye’nin aldığı zorunlu tedbirler benzer bir bakışı gündeme getirdi. Aslında bu iki ülke de bir zamanlar Devlet-i Aliyye’nin önemli şehirleri arasında idi. Dolayısıyla bizim bu şehirlere ilişkin de hatıralarımız, ağıtlarımız, şiirimiz, kan akıtmışlığımız vardır. Bundan dolayı da biz -bizatihi kendi yaşanmışlığımız olmasa da- kültürel olarak hatıralarımızdan dolayı buraları da vatan biliriz. Üstelik de bizim, hiç bir ülkede olmayan ‘Gönül Coğrafyası’ dediğimiz kültürel bir kavramımız, potansiyel de bir gücümüz var.

Dünyaya bakışımız diğer büyük ülkelerin gibi değil. Ne sömürülen ne de sömürge tarafındayız. Dile de dine de kültüre de saygılıyız. Milletimiz için kimse bunun zıddını söyleyemez. Tarihimiz, geçmişimiz ayan beyan ortadadır ve buna şahitlik eder.
Bütün bu sözleri şu söyleyeceklerimize mukaddime olsun diye yazdık. Devletimizin başlattığı ‘barış pınarı harekatı’ eski topraklarımıza, hatıralarımız olan topraklara gerçekten barışı getirmeye yönelik. Bu coğrafyanın da kaderi bu. İbn Haldun’un ‘coğrafya kaderdir’ sözü ile kimse dalga geçmesin, bugün için bunun zamanı geçti diye. Bu büyük ve derinlikli bir söz. Bu coğrafya gerçekten bizim kaderimizdir. Kaderimizle bu topraklarda var olmaya devam edeceğiz. Adalet ancak bizimle tesis edilir. Bu da böyle biline. Çünkü başka kimsenin gerçekten adalet tesis etme gibi bir derdi yok.

11 Ekim 2019 Cuma