Bitmez ve bitmeyecek ABD-Çin çekişmesini bir kenara bırakıp, bu yazıda Çin’in dev ulusal tasarruflarını ele alalım. Tasarruf açığı olan bir ülkenin çocukları olarak bizler için tuhafsa da Çin fazla tasarruftan sıkıntı çeken bir ülke.

Çin’in ulusal tasarruf oranı yüzde 50’ler dolaylarında geziniyor; oran 2008’de yüzde 52 ile tepe yaptıktan sonra, ülke yönetiminin çabalarının da etkisiyle günümüzde yüzde 46 dolaylarına inmiş bulunuyor. Yani Çinliler ürettiklerinin yaklaşık yarısını tüketiyorlar, üretimin geri kalan yarısı yatırım yapılıyor ve ufak bir kısmı da dış ticaret fazlası yoluyla diğer ülkelerin kullanımına sunuluyor. Türkiye ile karşılaştırırsak, TÜİK’in yeni hesaplama yöntemi ile epey yükselmişse de oran yüzde 25 dolayında bulunuyor; bu da ülkenin yatırım harcamalarını karşılamaya yetmediğinden kronik dış ticaret açığı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durum, ürettiğimizden fazla yatırım ve tüketim yaptığımız anlamına geldiğinden, bir döviz sıkıntısıyla dış ticaret dengesi zorunlu olarak dengeye geldiğinde küçülme, bu durumda harcamaları teşvik edip hiçbir şey yokmuş gibi büyümeye çalışırsak da enflasyon kaçınılmaz oluyor.

Çin’in yüksek düzeydeki ulusal tasarrufları, çok büyük hızda büyümesini sağladığı gibi büyük boyutlu yatırımlarla altyapısını dünyanın en iyileri arasına sokmasını, bilim ve teknoloji alanında atılımlar yapmasını, kuşak ve yol gibi girişimlerle dünyadaki konumunu güçlendirmesini sağlıyor. Ama öte yandan bu düzeydeki tasarruflar bir dert ve ülke yönetimi uzun zamandır tasarruf oranını düşürmek için çaba harcıyor.

Tasarrufun dert olması tüketimin tersi olmasından, yüksek tasarrufun düşük tüketim talebi anlamına gelmesinden kaynaklanıyor. Çin’in ekonomik büyümesini, birçok gelişen ülke için olduğu gibi yatırım yapma kapasitesi değil, talep kısıtlıyor; Çin ekonomisi ürünlerine talep ne hızda artarsa o hızda büyüyebiliyor. Ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin çok büyük bölümü tüketim ve yatırım için içeride kullanılsa da 2008 küresel krizi öncesi dönemde yıllık yüzde 20’ler dolayında artan ihracat hızlı büyümeyi destekleyen çok önemli bir talep kaynağı idi. Küresel krizle beraber ihracat Çin ekonomisinin büyümesini destekleyen bir etken olmaktan çıktı. Ülke yönetimi büyümeyi ihracata dayandırmanın risklerinin farkına 1997 Asya Krizi’nde varmış, 2000’lerin ortalarından başlayarak iç tüketimin toplam talep içindeki ağırlığını artırmaya, yani tasarrufların düşürülmesine yönelik politikalar uygulanmaya başlamıştı. Gelişmiş ekonomilerde ortalama ücretler pek kımıldamazken Çin’de çalışma yasalarının değiştirilmesi ve istikrarlı bir şekilde enflasyonun üzerinde asgari ücret artışlarının desteği ile ortalama ücretlerin hızla artmasının sağlanması büyük ölçüde bu nedenleydi. 2000’lerin ortalarında ülke insanlarının çok büyük bölümünün nerdeyse hiçbir sosyal güvencesi yokken, günümüzde düzeyi çok yeterli olmasa da nüfusun neredeyse tamamının sosyal güvence kapsamına alınmış olması da büyük ölçüde öyle. Ülke yönetimi insanların cebine para girsin ve bunu gelecek ile kaygıları olmadan harcasınlar istiyor. Bir miktar azalsa da çok yüksek olan tasarruf oranı dış ticarette açık vermesi, döviz sıkıntısına girmesini nerdeyse olanaksız kıldığından, Türkiye’den farklı olarak Çin tüketimi pompalayarak ekonomiyi canlandırabiliyor. Bunun bizim gibi ülkeler için yararı da dev ve giderek büyüyen bir tüketim malları pazarı.

12 Temmuz 2019 Cuma