Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Diğer Yazıları

Son İstanbul seçimleri, başlıkta belirttiğimiz konuyu bir kez daha gündeme getirdi. Bilindiği üzere İstanbul’da yerel seçim hem normal hem de yenileme olarak ardı ardına iki kez tekrarlandı. Sonuçları itibariyle şehir ve ülke siyaseti açısından birçok boyuttan analiz edilmesi gereken önemli hususlar mevcut. Biz burada İstanbul seçimleri özelinde; hemşehrilik ve bunun siyasete etkisi bağlamında konuyu anlamaya ve kısaca yönelimi ortaya koymaya çalışacağız.

Biraz geriye gidelim. İstanbul’un nüfusu resmen 16 milyona yaklaştı. Nüfusun akışı son yıllarda iyice arttı. Burada, az veya çok ülkemizin her yanından insan var. Yani burası; fiilen küçük bir Türkiye. Sosyolojik bir dil ile ifade edecek olursak, buradaki demografik/sosyal yapı; kültürel ve sosyal çeşitlilik itibariyle ülkemizi rahatlıkla temsil eder. Siyaset sosyolojisi açısından ise etnik / kültürel / şehir / bölge unsuru dikkate alındığında veya alınmadığında seçim dengelerini bozabilme rolüne sahip.

Seçim sürecinde bunların tümü İstanbul’da fazlasıyla tecrübe edildi. Şehir aidiyeti üzerinden yapılan polemikler, adayların kökeni üzerinden yapılan saldırılar ve savunmalar, Pontus söyleminin nerelere çekilebileceği ve oluşturduğu uzun süreli gündem, hemşehrilik derneklerinin siyasetin aktörleri haline gelmesi, kazanımları / kaybettirdikleri ve ilgili diğer hususlar bu ‘yerel’ seçimde bolca yaşandı.

ŞEHİRLİ OLMA / OLAMAMA HALİ VE SİYASET

Kırsal alandan kentsel alana göçlerin olduğu yıllarda göç edenler şehirlerin merkezden uzak bölgelerine gayri resmi olarak yerleşirlerdi. Şehrin yeni sakinleri literatürde ‘gecekondu’ denilen alanlar oluştururlar ve buralarda farklı bölgelerden / kültürlerden / kimliklerden gelenler birlikte yaşarlardı. Bunların saydığımız farklılıkları, şehirli olanlara karşılık gelen kendi içlerindeki birlikteliklerini besler ve böylece bir dayanışma içinde olurlardı. Buna da sosyologlar ‘tampon mekanizma’ adını vermişlerdi. Yani, gecekondu bölgelerinde ikamet edenler şehrin yabancılığına karşı burada kendilerini muhafazalı görürlerdi. Özellikle yeni jenerasyondan; eğitim veya işini büyütmek sureti ile şehir merkezlerine bireysel olarak zamanla taşınanlar olurdu. Yani gecekondu bölgelerinin doğal bir geçirgenliği vardı. Bir şekilde şehir merkezine geçenler de şehirli olma sürecini hızlandırırlar ve ciddi problemler yaşanmadan sosyal uyuma dahil olurlardı.

Şimdilerde büyükşehirlerimizde klasik anlamda gecekondu bölgeleri yok oldu. Yerine şehir merkezlerinde; ya terkedilen veya şartları gecekondulardan daha negatif olan apartmanlarda yaşamaya başladılar. İşte bu tarz; hemşehriciliği iyice körükledi ve siyasal bir alana sürükledi. Yerel yönetimlerin şehir / günü / haftası (Trabzon, Urfa, Sivas günleri gibi) türünden etkinlikleri hem maddi hem de kültürel olarak desteklemesi, şehir / bölge asabiyetini iyice kuvvetlendirmiş oldu. Şehirli hale gelme sürecini de zayıflatan bir unsur oldu.

Sonuç; ortaya çıkan yeni durum, şehir kimliğini siyaseten sonuna kadar kullanılabilir hale getirdi. İstanbul’daki Trabzonlular, Urfalılar, Sivaslılar, Kastamonulular, Rizeliler türünden bir ayrıma tabi tuttu. Mesela bu seçimde İstanbul’da kendi halinde bir dernek olan Adana Kültür ve Dayanışma Derneği’nde hem Adana Büyükşehir Belediye Başkanı hem de AK Parti milletvekilleri buluşmalar gerçekleştirdiler.

Bunun yansımaları bürokraside de görünür hale geldi. Olması gereken; her türden farklılıklarımızı, ayrıştırmayan aksine birleştiren bir doğal süreç dahilinde ‘ortak bir şehir potasında’ saygı esası ile birlikte var olmak ve yaşamak felsefesi içinde ‘şehirli’ hale gelme çabasıdır. Mevcut durumda İstanbul, büyük bir şehir olma yerine mini bir Türkiye olma yolundadır. Şehrimiz büyüyor ama şehirli hale gelemiyoruz. Bilmeliyiz ki bu durum; sağlıklı bir toplumsal ve siyasal yapı ortaya çıkarmaz.

28 Haziran 2019 Cuma