tatil-sepeti
Dr. İlhami FINDIKÇI

Dr. İlhami FINDIKÇI

Diğer Yazıları


ifindikci@degerdanismanlik.com.tr 

 

İnsan, ‘eşref-i mahlukat’, yani en gelişmiş ve şerefli canlı. 

 

Yeryüzünde görüldüğünden bu yana, insanın fizik tarafı kadar duygu ve ruh yapısı da araştırma konusu oldu. Her bilim dalı, insanı kendi doğruları ve araştırma yöntemleriyle ele alır.

 

İş dünyası, önceleri insanı üretim sürecinin sade ve sıradan bir unsuru olarak gördü. Ama zamanla, insanın sıradan bir üretim veya hizmet aracının çok ötesinde bir etkiye sahip olduğu anlaşıldı. 

 

Önceleri ‘zât işleri’ olarak işletmelerde organize olan bölümler, sonra ‘personel’, son olarak da ‘insan kaynakları’ bölümleri olarak işlevsel hale geldi. Çalışanların, işletme ve iş hayatıyla ilişkilerine odaklanan bu işlev; günümüzde çalışanın bir insan olduğu gerçeğine yaklaşma gayretinde.

 

AİDİYET ÖNEMLİ

 

Öyle ki, çalışan olarak bireyin iş ortamındaki morali, iş tatmini, iletişim ve etkileşim olanakları, kendini ifade etme imkânı gibi tamamen insani konular, insan aynakları yönetiminin ana başlıklarını oluşturmaya başladı. 

 

Ne var ki; ‘insani değerler’ odaklı bu yoğun gündem, günümüzde insan kaynakları kavramının içine sığamamaya başladı. 

 

Bir anlamda salt maddi kaygılarla hareket eden insan kaynakları yaklaşımı, günümüzdeki insani krizle başa çıkmak için yetersiz kalıyor. Zira içinde bulunduğumuz haz ve hız çağında; insanın ihtiyaçları, eğilimleri, davranış biçimleri ve çalışma alışkanlıkları değişmeye başladı. 

 

Benzer şekilde, kurumların da istihdam biçimlerinde ve çalışma şartlarında değişimler söz konusu. 

 

Dünyada yaşanan birçok sorunun temelinde insani krizin yer aldığını biliyoruz.

 

Otokratik liderlik yönetimlerine başkaldıran kalabalıklar, insanı ıskalayan bir ideolojiyi mihenk alan devlet yapıları, aile içinde yaşanan şiddet, yeryüzünde ruh sağlığı bozulmuş insanların sayısındaki çığ gibi artış, toplumsal şiddet, küçücük işletmelerden uluslararası şirketlere kadar kurumlarda yaşanan ahlaki sorunlar ve belki de en önemlisi, kendisiyle barışı bozulmuş bireylerin artması… 

 

İnsanın bir bütün olarak ele alınması, ruh ve duygu tarafındaki erimenin durdurulması, insani değerlerdeki aşınmanın yok edilmesi zorunludur. Bu, insanın ihmal edilmiş olan ruh tarafına yeniden yönelmeyi gerektirir. 

 

‘HİZMETKÂR İŞLETME’ VE ‘HİZMETKÂR ÇALIŞAN’

 

Bu bakış, başkasının isteğini kendimizinkinden önce ele almayı zorlayan hizmetkâr bir kişilik ve hizmetkar bir işletme duruşunu zorunlu kılar. 

 

İnsan kaynakları bölümlerinin; işe alım, işten ayırma, sağlık, mutfak, temizlik, güvenlik, idari işler, bakım, onarım gibi geleneksel maddi işlevleri gerçekleştirmesi gerekli ama yeterli değildir. 

 

İnsan kaynakları bölümlerinin asıl işlev alanı; moral, aidiyet, iletişim, kariyer, eğitim, sürdürülebilirlik, performans, teknolojiye uyum, zaman yönetimi gibi duygusal konulardaki projeler ve çalışmalar olmalı. 

 

Özellikle çalışanların aidiyetlerinin gelişmesi ve sürdürülmesi konusunda yapılacak çalışmalar titizlikle düzenlenmeli. Bu çerçevede, kurumların insan kaynakları programlarının en üst hassasiyet düzeyinde ele alınması elzemdir. 

 

Günümüzde dikkat çeken bir konu da çalışanların işyerine karşı sorumluluklarıdır. 

 

Yaşanan kimi olaylardan, gözlemlerimizden ve özellikle medyaya yansıyan bazı örneklerden biliyoruz ki, bazı çalışanlar bazı konularda iş sorumluluklarını öteleyebiliyor ya da aksatabiliyor. Özellikle eleman bulmada zorluk yaşanan sektörlerde bazı çalışan ve yöneticilerin bu durumu kullanabildikleri, ücret, yan haklar ve benzeri konularda kurumları zora düşürdükleri görülüyor. 

 

Çalışanların konforu ile kurumun sağladığı olanakların, çalışan haklarıyla kurum haklarının adalet temelinde ideal bir noktada buluşturulması, insan kaynaklarının en ciddi ve elzem işidir. 

 

‘Şirket’ sözcüğünün İngilizce karşılığı olan ‘company’ kelimesinin; Latince’de birlikte anlamındaki ‘com’ ve ekmek anlamındaki ‘pan-panis’ köklerinden geldiği, yani şirketin asıl işlevinin ‘ekmeği bölüşmek’ olduğu unutulmamalı.

 

Bütün bunlar, dünyada yaşanan küresel dönüşümün zorladığı insani derinliğin yeniden yakalanmasını zorunlu kılıyor. 

 

Bugün kendi iç dünyamızda, ailede, iş ortamında, toplumda; sade ve sıradan bir insan olarak kendi benliğimizden ziyade ruh dünyamızın derinliği ile yeniden buluşmaya, bir ve bütün olmaya, sadece kendimiz için değil, başkası için de yaşamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

11 Eylül 2024 Çarşamba