tatil-sepeti

Ünlü iletişimci McLuhan’ın yaklaşımına göre, insan hayatı ile ilgili geliştirilen her teknoloji işlevsel olarak bir uzvumuzun uzantısıdır. Örneğin ‘kılıç’ elimizin, ‘gözlük’ gözümüzün ‘otomobil’ ayağımızın uzantısıdır. Bu doğrultuda uzantısı üretilmemiş internet gibi ortamların tümünü McLuhan’ı yıllar önce ülkemize tanıtan Nabi Hoca’dan aktararak ‘beynimizin uzantısı’ olarak görebiliriz.

Teknolojik gelişmelerin sosyal hayatımızı bir ölçüde şekillendirdiğini hepimiz biliyoruz. Bunun artılarının da eksilerinin de olması doğaldır. Önemli olan teknolojinin kullanımında geliştireceğimiz kendi kültürel kodlarımıza uygun iç düzenlemeler yapabilmek. Sosyal medya kullanımı başlı başına bir konu. Biz bu yazıda WhatsApp uygulamasının grup kullanımı ile ilgili hususları dile getireceğiz.Öncelikle ifade edelim. Bu uygulamanıniş, meslek, arkadaşlık, akrabalık, sosyal ilgi, STK yönetimi ve iletişim gibi bütün alanlarda, doğru kullanıldığı takdirde müthiş kolaylıklar ve avantajlar sağladığı bilinen bir husustur. Ancak her birimizişimiz, mesleğimiz, sosyal ve ilgi alanlarımıza göre çok farklı WhatsApp gruplarına üye olmak durumundayız. Sözlü iletişimin dışında akıllı telefonlardaki bütün uygulamaları da dikkate aldığımızda korkunç bir yoğunluk ortaya çıkmaktadır. İşte bu yoğunluğun iyi yönetilebilmesi için WhatsApp grupları ile ilgili etik ve dikkat edilmesi gereken kurallar devreye girmektedir. Tabi ki her kural her grupta geçerli olmaz. Fakat kuralsız grup da olmamalıdır.

Şimdi bir deneme mahiyetinde ve yaşanmışlıklardan hareketle oluşan şu noktalara dikkat etmekte grup ve kişi yararı olduğuna inanıyoruz. Bir anlamda işinÂdâb-ıMuâşereti de diyebilirsiniz.

İŞLEYİŞE DAİR PRATİK ÖNERİLER

  • Herşeyden önceWhatsApp grupyöneticisi, işinin sadece grubu kurmak olmadığını asıl görevin yönetmek olduğunu bilmeli ve grubun neden oluşturulduğunu, hedefini ve kurallarını ilan etmelidir.Zaman zaman da gerekiyorsa uyarılar yapmalıdır. ‘Ben grubu kurdum işleyişi beni ilgilendirmez’ dememelidir. Grubun başarısı, üyelerin katılımı ve devamlılığı bir ölçüde buna bağlıdır.
  • Sözgelimi grup üyelerinden birinin yakını vefat ettiğinde gruptan biri bunu üyelere duyurur. Define ilişkin bilgiler verir. Fakat bütün üyeler cenaze sahibine taziyelerini buradan ayrı ayrı bildirmemeli. Bir anda grup sayısı kadar taziye mesajı taziye sahibini de üyeleri de rahatsız eder. Bu tür durumlarda grup yöneticisi tüm grup adına bir taziye yayınlar ve böylece kapanmış olur. Kişisel taziye bildirmek isteyenler ise ya doğrudan ya da başka şekilde bildirirler. Bir başka husus cuma mesajları yayınlama işidir. Yine cuma günleri her üyenin cuma mesajı yayınlaması yerine yöneticinin -eğer gerekli görüyorsa- bir mesaj yayınlaması ile karmaşa giderilmiş olur. Herkes de bu mesaja karşılık vermemelidir.
  • Grup ismi mümkün olduğunca kısa olmalıdır. Zira her mesaj geldiğinde grup ismi de göründüğü için bir kirlilik oluşmaktadır.
  • Grup yöneticisi paylaşımlarda günlük zaman konusuna ilişkin bir kuralı varsa -filan saatten sonra mesaj göndermeyin türünden- bunu ilan etmelidir.
  • Paylaşılan bilgilerin sadece grup üyeleri arasında kalmayabileceği bilinmeli ve bu yüzden de dikkat edilmelidir.
  • Sosyal ağlarda var olan bilgilerin yerli yersiz ve tekraren paylaşılması grup üyeleri arasında rahatsızlık oluşturabilir.
  • Olayları anında veya zamansız öğrenmenin mutsuzluğu tetiklemesi düşünülebilir.
  • Paylaşım metninde dedikodu yanının ağır basması, grubu bu boyuta kaydırabilir.
  • İzin almadan davet, kabul mekanizması olmadan kişilerin kendini grup içinde bulması, hatır için grupta kalınması kişiyi ‘kerhen’ üye konumuna sokar, bu da verimi düşürür.
  • Grubun bir amacı olmalı ve paylaşımlar bu amaç çerçevesinde olmalıdır.
  • Metinde sadece büyük harf kullanılmaması, normal yazışma kurallarına riayet edilmesi gerekir.
  • Her yazılan mesaj mutlaka tekrar okunmalı ve ondan sonra gönder butonuna basılmalıdır. Bilindiği gibi çok hatalı kelimeler ortaya çıkmakta ve sonrasında ‘tashih’ gönderilmektedir.
  • Mesajlara ilk başlarken ‘önce selam sonra kelam’ düsturuyla hareket edilmeli, kısa ve öz yazılmalı. Kurulan cümleler mutlaka anlaşılır olmalıdır.
  • Çok sayıda kişiye hitap edildiği için mesajlar giderek özel hale gelmişse işin devamı şahsi hesaplardan sürdürülmelidir. Yani karşılıklı diyalog grubu ilgilendirmeyen bir konuma gelmiş olabilir.Evet, bu ve benzeri kurallara ne kadar riayet edilirse bu teknolojinin kazanımlarını o kadar sağlıklı yürütürüz. Nihayetinde hepimiz için geçerli olan husus;Üslûb-u beyan, ayniyle insandır.

28 Şubat 2016 Pazar

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi