tatil-sepeti

SALİH KESKİN
www.inovasyonuzmani.com

İşletme maliyetleri dünyanın en yüksek ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Bununla birlikte kârlılık da minimize edilmiş durumda. Hizmet sektörü için de durum farklı değil.

Pandemi gölgesinde geçen zorlu bir yılı da ilave ettiğimizde durumun vahameti artarak daha da katlanılmaz bir hale geldi ama şu an için daha da önemlisi, bildiğimiz şekilde iş yapma kültürü tamamen ortadan kalkıyor, haberimiz yok.

Artık dükkân açmanın veya dükkâncılığı devam ettirmenin müşteri açısından bakıldığında bir değeri yok. Dijital dünya yüzlerce online satış sitesi alternatifi sunarken, üstelik de bu sitelerden aldığı ürünler ayağına kadar gelirken, bir müşteri neden bunun yerine sizi tercih etsin?

Bizim esnafımız bu işi bir türlü tam keşfedemedi maalesef.

Ve üreticilerimiz... Artık onların da herhangi bir ürünü üretiyor olmasının fazla bir değeri kalmadı; zira üretimde bütün dünya rakibimiz. Bizim üreticilerimiz, alıcıların neden onları tercih etmesi gerektiği sorusunun cevabını vermek durumunda.

Farklı ülkelerde üretilen envaiçeşit ürün, daha uygun fiyata raflarda ve internette müşterilerini beklerken, bizim üreticilerimizin satış yapma şansı giderek azalıyor ve bu şans, bir süre sonra tükenecek gibi duruyor. Hâl böyleyken yaptığımız, diğer ülkeler için fason ürünler üretmek. Yani, fasonculukla günü kotarmaya çalışıyoruz. Onun için de işçilik dışında artı bir değer üretemedik ve üretemiyoruz.

İşte tüm bu nedenlerle inovasyonda 51’inci sıradayız. Dünyanın ilk 20 ekonomisi içerisindeyiz ama bu 20 ülkenin toplam hasılasının ancak yüzde 1’i kadar değer üretebiliyoruz.

Yüksek katma değerli ürünlerin ihracatımız içindeki payı, 2019’da yüzde 3.2 olarak gerçekleşmiş. Bunun Almanya’da yüzde 40, Japonya’da yüzde 45’ler ve ABD’de yüzde 45 üstü seviyelerinde olduğunu belirtirsek durum daha net anlaşılmış olur. Velhasıl, yıllardır bu rakamları aşamıyoruz.

İşte bu sebeplerden pandemi sonrası piyasaların düzeleceğini öngörenler yanılıyorlar.

ÖZEL TAKIMLAR OLUŞTURULMALI

Piyasaların açılması için gerekli olan şey; yeni programlar, ülkemizin öne geçeceği avantajlı projeler, yeni planlamalardır.
Programlar için de özel ekiplerin, takımların oluşturulması gerekiyor: İçinde sanayi, üniversiteler ve araştırma kurumları, kamu ve de startupların olduğu ülkemizin yapısına has programlar üretecek olan özel takımlar. Mesela; Güney Kore hükümeti yakın zamanda bir komisyon kurdu ve bu komisyon, ‘Yaratıcı Ekonomi Planı’ kapsamında 3 hedef, 6 strateji ve 24 görev belirleyerek yeni bir vizyon oluşturdu. Bu plan kapsamında belirledikleri 3 hedef şu şekilde:

1. İnovasyon sayesinde yeni işler ve pazarların oluşturulması,

2. Bilgi ekonomisi ile Güney Kore’nin küresel liderliğinin güçlendirilmesi,

3. Toplumun inovatif faaliyetlere açıkça saygı gösteren bir topluma evrilmesi.

BELİRLENEN 6 STRATEJİ İSE ŞU ŞEKİLDE:

1. Startup firmalarının oluşmasını sağlayacak bir ekosistem yaratılması,

2. KOBİ’lerin ekonomideki rolünün güçlendirilmesi ve uluslararası piyasalara girme becerilerinin geliştirilmesi,

3. Yeni sektörlere öncülük etmek için büyüme motorlarının oluşturulması,

4. Hayallerinin peşinden giden küresel yeteneklerin güçlendirilmesi,

5. BİT ve inovasyon kapasitesinin güçlendirilmesi,

6. Güney Kore halkının inovatif kültürünün geliştirilmesi.

TÜRKİYE’DE DAHA NELER YAPILMALI?

* Firmaların finansmana erişimi kolaylaştırılmalı.

* Küçüklerin hareket kabiliyetinden ve enerjisinden yararlanmak için acilen yeni programlar oluşturulmalı.

* Belli konularda yoğunlaşmak önemli olduğundan işbu konular belirlenmeli.

* Ülkemizdeki her bölgenin ayrıcalıklı konusu tespit edilip bu konulara teşvikler verilmeli.

* En hızlı şekilde sanayi, üniversiteler, araştırma kurumları, kamu ve de startupların bir araya gelerek yeni programlar, projeler üretmesi sağlanmalı.

* Yerli firmaları ayakta tutmak milli bir görev olduğu için bu firmalara ilave avantajlar verilmeli.

* Rekabette zorlananlara bu zorlukları aşmaları için ilave seçenekler ve kolaylaştırıcı formüller sunulmalı.

* ‘İnovasoyon Kümelenmeleri Modeli’ hayata geçirilmeli.

Brezilya, son zamanlarda tarımda ve özellikle et ve soya ihracatında dünya liderleri arasına girdi. Bu başarıya, ‘tarımsal inovasyon sistemi’ sayesinde ulaştı.

Biz neden yapmayalım, yapamayalım?

Tarımda dünyanın en avantajlı ülkelerinden biriyiz.

04 Haziran 2021 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi