tatil-sepeti

Küresel kriz sonrası her şey Merkez Bankaları’ndan beklenir hale geldi. Küresel alanda Merkez Bankaları bu beklentilere bağlı olarak daha önce görülmeyen farklı politikalar geliştirip uygulamaya koydular. T.C. Merkez Bankası da fiyat istikrarı hedefine finansal istikrar sağlamayı da kattı. Ayrıca yoğun şekilde büyümeyi de doğrudan gözetmesi talepleri ile karşılaştı. Bu çerçevede Merkez Bankası da 2012 yılından itibaren çok faizli bir para politikasını uygulamaya soktu. Ancak bu para politikası öngörülebilirliği de azalttı. Bu nedenle özellikle reel sektör daha öngörülebilir para politikası isterken yeni Başkanı ile Merkez Bankası daha öngörülebilir olacağına ilişkin mesajlar vermeye başladı. Merkez Bankası’nı bu mesajlarını değerlendirelim.

1. Daha öngörülebilir politika tercih edilecek

Yeni Merkez Bankası Başkanı, yeni dönemde tercihlerinin daha sade ve öngörülebilir bir para politikasından yana olacağını belirterek, “Nihai olarak para politikası duruşunun daha açık ve öngörülebilir olduğu bir sisteme geçmeyi planlıyoruz” açıklamasını yaptı.

2. Para politikasında sadeleşme adımlarına devam edilecek

Merkez Bankası, 2015 yılı Ağustos ayında açıkladığı para politikası sadeleştirme yol haritasındaki önlemlerin etkili bir şekilde uygulanması ile kredilerde ve döviz kurlarında gözlenen aşırı hareketliliğin azaldığını söylüyor. Uygulanmakta olan sıkı para politikası ekonominin küresel şoklara olan hassasiyetini azaltarak finansal istikrarı da destekliyor.

Merkez Bankası, küresel hareketlilikteki düşüşün devam etmesi veya dış denge ve finansal istikrar alanındaki kazanımları sürdürecek politika önlemlerinin etkili bir şekilde kullanılması durumunda sıkı para politikasını daha dar bir faiz koridoru içerisinde uygulayabilecek. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde koşullar elverdiği ölçüde sadeleşme adımlarına devam edilecek. Bir başka deyişle çoklu faizler azaltılacak ve tek faize dönülecek.

3. Çoklu faiz uygulamasından tekli faiz uygulamasına geçilecek

Dar ve simetrik faiz politikası uygulayacaklarını belirten yeni Başkan, sadeleşme konusunda birçok faktörü göz önüne aldıklarını, küresel piyasalardaki hareketliliğin azalmasının en temel faktör olduğunu açıkladı. Bir başka deyişle küresel koşullar elverdiği ölçüde çok sayıdaki faiz oranı önce birbirine yaklaşacak ve sonra tek politika faizine geçilecek. Tek politika faizine geçiş en makul hızla gerçekleştirilecek. Ancak bu makul hızı küresel koşullar belirleyecek. Ayrıca tek faiz veya politika faizin seviyesi ile ilgili olarak da henüz bir karar verilmedi. Tek politika faizinde de temel hedef yine fiyat istikrarı olacak.

4. Küresel gelişmeler tek faize geçiş için gerekli makro koşulları destekliyor

ABD Merkez Bankası Fed’in faiz artışlarını sınırlaması ile oluşan küresel alandaki olumlu gelişmeler doğrultusunda gelişmekte olan ülkelerdeki finansal koşullarda da iyileşmeler görülüyor. Bu ülkelere yönelik portföy akımları toparlanırken, risk primleri ile piyasa faizleri de geriliyor ve para birimleri değerlenme eğilimi gösteriyor. Küresel piyasalarda yaşanan bu gelişmeler Türkiye ekonomisini de olumlu yönde etkiliyor ve yakın dönemde açıklanan veriler ile makroekonomik göstergelerdeki iyileşme eğilimleri devam ediyor. Ancak Fed faiz artışlarına yeniden başlarsa uygun küresel koşullar yeniden bozulabilecek.

5. Sıkı para politikası duruşu korunacak

Merkez Bankası yılsonu enflasyon beklentisini 2016 için yüzde 7.5, 2017 için yüzde 6 olarak koruyor. Bu hedeflere ulaşmak için önümüzdeki dönemde para politikası duruşu enflasyon görünümüne bağlı olmaya devam edecek.Merkez Bankası, enflasyon beklentilerini, fiyatlama davranışlarını ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlardaki gelişmeleri dikkate alarak para politikasındaki sıkı duruşunu gerekli gördüğü sürece devam ettirecek.

6. MB’nin son açıklamalarından anladıklarımız ve bilinmeyen olarak kalanlar

Merkez Bankası çoklu faiz uygulamasından tekli faiz uygulamasına geçmekte kararlı.Bunun zamanını ise küresel koşullar belirleyecek. Bunlar öngörülebilirliği artırdı. Bilinmeyenler olarak kalanlardan ilki tek faize geçilirken politika faizinin kaç olacağıdır. Tek faiz bugünkü yüzde 7.50 olacaksa faizlerde önemli indirim yapılması gerekir ki, bu sıkı para politikası ile çelişecek. Tek politika faizi bugünkü 7.50’den daha yüksek olacaksa o zaman da faizleri artırmak gerekecek. Ayrıca küresel koşullar elvermezse tek faize geçiş olmayacak mı? Son olarak da enflasyon hedefine ulaşmak için gerekli tek faiz yüzde kaç, bilinmiyor.

Son Söz; T.C. Merkez Bankası öngörülebilir olmak istiyor, ancak para politikası halen çok sayıda bilinmeyeni barındırıyor.

02 Mayıs 2016 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi