tatil-sepeti

İnovasyonda önde olan ülkelerin birinci inovasyon kaynağı çalışanlar. Ülkemizde ise müşteriler… Müşteriler neyi yeni ve değişik yapmamız gerektiğini farkında olmadan söylerler. Bu sinyalleri doğru alıp uygulayan firmalar, değişime öncülük ediyor.

‘Müşterinin inovasyon yaşam değeri’ aslında, müşterinin ‘yaşam boyu değeri’nden yola çıkarak ortaya konulmuş bir yaklaşım.

Yaşam boyu değer (YBD), müşterinin firma ile geçirdiğitüm ilişki dönemiboyunca firmaya kazandırdıklarının toplamına deniyor.

Müşterinin sizinleilkalışverişinden başlayıp, siziterk edene kadarsüren yıllar boyunca yaptığı işlemlerinden ötürü kazandığınız toplam kâr, ‘müşterinin yaşam boyu değeri’ diye adlandırılıyor. Ama müşterinin şirkete kazandırdıkları sadecekendi ilişkisi veya alışverişi ile sınırlı değil. Onun, müşteri olması sayesinde başka kârlar da söz konusu olabiliyor.

Bir beyaz eşya markasını ele alalım. Birinin evine aldığı beyaz eşya markasının ürünlerinden memnun kalması, hayatının tüm dönemlerinde bu tür ihtiyaçlarını yine aynı markadan almasını sağlayacak. Bu, kartopu etkisiyaratıyor ve bu sayede beyaz eşya markası hem para kazanıyor ve hem de marka değerini güçlendirmiş oluyor.

Müşteri sadece ürünü kullandığı için değil, başkasına tavsiye ettiği için de şirket ayrıca verim sağlamış oluyor.

Özetle bir müşteri sayesinde kazanılan paraların toplamına ‘yaşam boyu değer’ diyoruz. Beyaz eşya firmasında gördüğümüz bu özellik, aslında tüm sektörler için geçerli.Kullanıcıların olumlu etkisi sayesinde çok sayıda yeni müşterimiz olabiliyor.

FİRMALAR İNOVASYON YAPMAMAKLA, BU SAYEDE KAZANABİLECEĞİ NE KADARLIK BİR DEĞERİ KAÇIRMIŞ OLUYOR?

Firmanın değişim, yenilik ve farkındalık üretmesi, firma için ciddi bir katma değerin ortaya çıkmasına yol açıyor.

Artımsal dediğimiz küçük inovasyonlarda bu, bire üç değer üretimi anlamına gelirken, radikal, yani büyük inovasyonlarda ise firmayı zirveye taşıyan bir etkinin oluşmasına yol açıyor. İnovasyon yapmayan firmalarda ise durum pek iç açıcı görünmüyor. Önce olgunluk seviyesine gelen firma daha sonra doygunluğa, sonrasında ise azalma dediğimiz ölüm hattına giriyor ve en sonunda da kepenklerini indiriyor.

MÜŞTERİLERİN İNOVASYON YAPAN FİRMAYA KATTIĞI DEĞER, İNOVASYON YAPMAYANA GÖRE MİNİMUM ÜÇ KATI FAZLA OLUYOR.

Ürün veya hizmetlerinde müşterinin karşılanmamış ihtiyaçlarına odaklanan, müşterilerin önemseyebileceği bir değişimi ortaya koyan firmaların piyasada kalma süreleri de o derece yüksek oluyor. İstatistikler, dünya ticaretinde dönen toplam paranın üçte birinin son beş yılda ortaya çıkan ürünlerden geldiğini gösterirken, filozoflar, beş yıl sonra dünya ticaretinde dönen toplam paranın üçte ikisinin son beş yılda üretilecek ürünlerden geleceğini söylüyor.

Deneysel bir gösterge olarak bazı ülkelerde patente başvuran firmalar ile diğer firmaların kalım (survival) oranlarına baktığımızda, patenti olan firmaların diğerlerine göre bir bölü dört oranında farklılık olduğunu görüyoruz.

FİRMALAR LİSANS GELİRİ SAĞLAYACAK PATENT ÜRETİYOR

Daha düne kadar inovasyonun firma için maliyeti, ürünün piyasaya çıktıktan sonra elde edilen satış gelirinden daha azken, şimdilerde inovasyonun maliyeti, ürünün piyasaya çıktıktan sonra elde edilen satış gelirinden daha yüksek olmaya başladı.

Ancak bazı değişimler yaşıyoruz. Bugün inovasyonun firmaya maliyeti yine yüksek ancak firmaların sadece yeni ürün satışından değil aynı zamanda, lisans gelirinden ve teknoloji satışından da ayrıca gelirler elde etmeye başladığını görüyoruz. Hatta bazı firmalar sadece lisans geliri sağlayacak türde patent üretimine odaklanmış durumda.

Daha düne kadar firmalar için daha çok kapalı inovasyon yani kendi içinde inovasyon yapma yaygınken, yeni dönemde açık inovasyon, yani dışarıya yaptırılan inovasyonların yaygınlaştığını görüyoruz.

İNOVASYON, FİRMA İÇİN NEDEN DEĞERLİ?

  • Müşteri tatmini maksimize oluyor
  • Kalite artıyor
  • Bilgi ekonomik değere dönüşüyor
  • Yeni pazarlar oluşturuyor
  • Rekabet üstünlüğü sağlıyor
  • Maliyeti düşürüyor
  • Verimlilik artıyor
  • Pazar payı artıyor
  • Kârlılık artıyor
  • Hammadde kullanımında etkinlik sağlıyor

22 Ocak 2018 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi