tatil-sepeti

DR. VEYSİ SEVİĞ

“VUK’da yer alan kaçakçılık suçları seçimlik hareketli suçlardır. Hareket, insan tarafından iradi olarak gerçekleştirilen icrai ya da ihmali davranışın dış dünyaya yansımasıdır.

İhmali suçlar ise bir emir kuralına aykırılıktır. Yasa, kişiye belli bir şekilde hareket etmesini emreder. Örneğin, görevini ihmal etme, suçu ihbar et gibi. Birey bu hareketi yapmazsa emre karşı gelmiş olur. Dikkat edilirse, buradaki ihmal, kişiden beklenilen şeyin yapılmaması biçiminde karşımıza çıkar. Yani ihmali suçun varlığı için sadece hareketsiz kalmak yeterli değildir; failin suç tipinde yer alan hareketi yapmamış olması gerekir.”

Bu anlamda gizleme suçu da bir soyut tehlike suçudur. Soyut tehlike suçlarında ise hareketin yönelik olduğu konu üzerinde tehlike yaratmış olup olmadığı araştırılmaz. İcrai ya da ihmali hareketin yapılması yeter. Hareketin yapılmasıyla tehlikenin ortaya çıktığı kabul edilir, varsayılır. Burada hareketin tehlikeli suçta bir unsur olmayıp, hükmün düzenleme, varoluş sebebini oluşturur. Bu nedenle hakim somut olayda tehlikenin gerçekten meydana gelmiş olup olmadığını araştırmak zorunda değildir.

Diğer taraftan, hakimin soyut tehlike suçları bakımından da somut tehlike suçlarındakine benzer bir araştırma yükümlülüğü bulunduğunu ileri süren görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşe göre, yargılamayı yapan hakim, hem ceza mahkemesinin amacı olan gerçeğe ulaşma noktasında bu araştırmayı yapmalı hem de somut olayda tehlikenin gerçekten meydana geldiğini tespit etmişse bu durumu TCK’nın 61’inci maddesi bağlamında temel cezasının belirlenmesinde ve daha da önemlisi fikri/gerçek içtima kurumlarıyla ilgili yapacağı değerlendirmede dikkate almalıdır. Aksi takdirde tehlikenin meydana gelmediği durumlarda; tehlikenin meydana geldiği durumlarda aynı cezaya hükmedilmesi söz konusu olacaktır ki, bu da kusur prensibinin ihlali sonucunu doğurabilen bir uygulamaya kapı aralayabilecektir.

Vergi ceza hukuku bağlamından değerlendirilecek olursa, gizleme suçunun meydana gelmesi için herhangi bir zararın ortaya çıkmış olması gerekmemektedir. Yargıtay müstakar hale gelen pek çok kararında gizleme suçunu tehlike suçu kapsamında değerlendirmiştir. Bu anlamda suçun oluşumu için hakim, tehlikenin gerçekten meydana gelmiş olup olmadığını araştırmayacaktır.

Ancak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5 maddesi kapsamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümleri çerçevesinde defter, kayıt ve belgeleri gizleme suçu neticesinde oluşan herhangi bir somut maddi zararın olup olmadığının hakim tarafından ortaya konulması gerekmektedir.

Defter ve belgeleri ibraz etmeme fiili olarak da ifade edilen gizleme, Vergi Usul Kanunu’nun ‘Kaçakçılık Suçları ve Cezaları’ başlıklı 359/a-2 maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre gizleme ‘varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi’ olarak kabul edilmiştir.

Bir fiilin gizleme olarak değerlendirilebilmesi için gizleme fiilinin kanuni bütün unsurlarının gerçekleşmiş olması ve fiilin meydana gelmesinde hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmaması gerekmektedir. Vergi Usul Kanunu’nun saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter ve belgelere ilişkin hükümlerinin saklama ve ibraz süresine ilişkin hükümlerinin, mücbir sebebe ilişkin hükümlerinin, vergi incelemesine yetkili kişilere ilişkin hükümlerinin ve tebligata ilişkin hükümlerinin değerlendirilmesi ile mümkündür. Dolayısıyla bu hükümlere uygun olmayan ve/veya bu hükümlere aykırı olarak ibrazı istenen defter ve belgelerin ibraz edilmemesi durumunda gizleme fiilinden bahsedilmeyecektir.

05 Ağustos 2022 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi