tatil-sepeti

Günümüzde artık kapalı ekonomi olarak devam edilebilmesi toplum refahı anlamında pek mümkün görülmüyor. Açık ekonomilerde ise döviz kuru etkileri daha belirgin gözlemleniyor.

DÖVİZ KURU DIŞ TİCARET İLİŞKİSİ

Döviz kurlarındaki artışın ilk bakışta ihracatı artırıcı, ithalatı azaltıcı etki yapacağı doğal bir gerçeklik olması beklenir. Türkiye’deki gelişmelere baktığımızda genel olarak döviz kurunun hem ihracat hem de ithalat üzerinde beklendiği kadar birebir etkisi olmadığı görülüyor. Bunda en önemli neden, özellikle petrol ve doğal gaz alanında ithalat bağımlılığımızın yüksek olmasıdır. Kurdaki artışların her ne kadar tüketim malları ithalatında azalma yönünde daha direkt etkisi olsa da, enerji ithalatındaki yükselen fatura nedeniyle toplamdaki etkisi çok belirgin olamıyor.

İhracat döviz kuru ilişkisine baktığımızda; yine birebir bir ilişkinin tam olarak gözlenemediğini söyleyebiliriz. Buradaki en önemli etken, kurlardaki yükseliş her ne kadar ihracatta miktar olarak artış sağlasa da, ihracat ürünlerimizin fiyatlarının indirilmesi gibi bir diğer etki de eş zamanlı ortaya çıktığından, toplamda kur artışının birebir veya daha yakın şekilde ihracat artışı olarak ortaya çıkması gözlemlenemiyor. Ayrıca özellikle otomotiv sanayi gibi ithal girdi oranı yüksek olan ihracat kalemlerimizde ihracat artışı beraberinde ithalat artışı olarak da kendini gösteriyor.

Döviz kurunun nispeten turizm alanındaki gelir artışı üzerine etkisi daha doğrudan oluyor. Tabii burada her zaman beklenen etkinin birebir görülememesinin nedeni terör gibi etkenlerin de turizm üzerindeki etkisinin daha doğrudan sonuç doğurmasıyla ilgili.

DÖVİZ KURU ENFLASYON İLİŞKİSİ

Döviz kuru ile enflasyon arasındaki ilişki yine birebir olmamakla beraber daha yakından bağlantılı bir sonuç doğuruyor. Bu ilişkiyi ÜFE ve TÜFE bazında değerlendirdiğinizde; döviz kurunun ÜFE üzerindeki etkisi daha çabuk gözlemlenebildiği halde, TÜFE üzerindeki etkisi biraz daha gecikmeli olarak yansıyor. Kurlardaki artışın zamanlamasına da bağlı olarak kur değişiminin TÜFE üzerindeki etkisi 6 ay ila 11 ay arasında görülebiliyor. Döviz kurundaki artış zamanlarında ÜFE-TÜFE arasındaki bağlantının ÜFE lehine artış şeklinde farklılık gösterdiğini daha bariz izlemek mümkün. Buradaki temel neden de, üretim alanında tarım ürünlerinde gübre, tohum gibi ana maddelerdeki ithalat bağımlılığı önemli bir etken. Sanayi sektöründe ise daha ziyade teknolojik parçalar itibarıyla ithalat bağımlılığının halen daha fazla olması nedeniyle ÜFE alanında daha doğrudan ilişki gözlemlenebiliyor.

KUR, CARİ AÇIK İLİŞKİSİ

Kur artışının elbette cari açığı azaltıcı etki yapmasının beklenmesi normaldir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle petrol ve türevleri ve teknolojik maddeler alanındaki ithal bağımlılığı ve ihracattaki yeterli artış etkisinin olamaması nedeniyle bu etki beklendiği kadar sürekli kalamıyor. Ülke ve çevre koşullarına bağlı olarak hizmet sektöründeki gelişmeler cari açık üzerine daha doğrudan etki oluşturuyor.

Cari açıktaki önemli etkenlerden biri de, tüketim malları ithalatı olduğundan, tüketim malları ithalatını kısıtlayıcı vergisel önlemler diğer bozucu etkiler olmadan sonuç doğurabilir.

SONUÇ

Buraya kadar yapılan açıklamalardan, döviz kuru yükselmesinin toplam etkisinin olumsuz yönlerinin çok daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle döviz kurundaki artışın sınırlanması noktasında olabildiğince gerçek ve tüzel kişi borçlanmalarının yerli para cinsinden olmasının özendirilmesi vatandaşın ve şirketlerin döviz talebinin azalması anlamında önemli bir etki oluşturacak. Bu konuda zaten gerekli tedbir alınmıştır. Bir diğer etken de, şirketlerin ve şahısların döviz talebinin azaltılabilmesi için varlık değerlerinin korunması noktasında özellikle katılım bankacılığındaki enstrüman çeşitliliği ve benzeri yatırım aracı sayısının artırılabilmesidir.

27 Mayıs 2019 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi