tatil-sepeti

Dış ticaret, ihracat ve ithalattan oluşuyor ve toplam değerleri itibariyle değerlendiriliyor. Ancak toplam değerler, miktarlar ve birim değerlerdeki gelişmeler ile ortaya çıkıyor. Bu itibarla özellikle dış ticaretteki miktar gelişmeleri önemli oluyor. Miktar gelişmeleri başta üretim verileri olmak üzere birçok alandaki gelişmeler için de ışık tutuyor. Bu çerçevede dış ticarette yılın ilk yarısındaki miktar gerçekleşmelerini değerlendirelim:

1 - Yılın ilk yarısında miktar olarak ihracat yüzde 8.8, ithalat yüzde 2.3 arttı

2017’nin ilk yarısında ihracat miktar olarak yüzde 8.8, ithalat ise yüzde 2.3 oranında arttı. Yılın ilk yarısında ihracat değer olarak yüzde 8.2 yükseldi. İhracatın miktar ve toplam değer artış verileri birbirine çok yakın ve ihracat birim değerinde hemen hiç değişiklik olmadığı görülüyor. İthalat ise toplam değer olarak yılın ilk yarısında yüzde 8.7 yükseldi. İthalatta miktar olarak artış toplam değer artışının gerisinde. Bu da ithalatta birim fiyatlarının yılın ilk yarısında arttığını gösteriyor.

2 - Ekonomik büyüme ithalattaki miktar artışının üzerinde; büyümenin ithalata bağımlılığı azalmaya başladı

Türkiye ekonomisinde büyüme ile ithalat arasında yakın bir ilişki bulunuyor. Ekonomide büyüme hızlandıkça ithalat artışı da hızlanıyor. Ancak 2017’nin ilk yarısında bu ilişkinin zayıflamış olduğu görülüyor. Yılın ilk yarısında ithalattaki miktar olarak yüzde 2.3 artışa karşın ekonomi muhtemelen yüzde 5 büyümüş olacak. Yılın ilk yarısında ekonomideki büyümenin ithalata olan bağımlılığı azalmaya başladı.

3 - Yatırım malları ihracatında artış yaşanırken, ithalat geriledi

2017’nin ilk yarısında yatırım malları ihracatı miktar olarak yüzde 16.6 arttı. Yatırım malları ihracatı, toplam değer olarak da yılın ilk yarısında yüzde 15.4 yükseldi. Yurtiçinde yatırımların yavaş seyrediyor olması nedeniyle yatırım malı üreticileri, ihracata ağırlık vermiş görünüyor. Yatırım malı ithalatı miktar olarak yüzde 1.5 geriledi. Yatırım malı ithalatı değer olarak ise yüzde 21.2 düştü. Yatırım malları ithalatındaki gerileme de yurtiçinde yatırım eğilimindeki zayıflamayı gösteriyor.

4 - İşlenmiş sanayi ara malları ticaretinde miktar artışları daha sınırlı

İşlenmiş sanayi ara malları ihracatı, yılın ilk yarısında miktar olarak yüzde 2.2 artarken, ithalat yüzde 1.7 büyüdü. Sanayi ara malı ihracatı artışı göreceli olarak zayıf kaldı. İthalattaki sınırlı artış ise yurtiçinden tedarike daha çok ağırlık verildiğini gösteriyor. Nitekim imalat sanayindeki büyümeye rağmen ithal sanayi ara malı ithalat artışı oldukça sınırlı kaldı. Ancak daha önemlisi ihracattaki sınırlı artış ve küresel tedarik zincirlerine katılmakta zorlandığımız görülüyor. Ayrıca sanayi ara mallarında yurtiçinden tedarik artışı ihracat yapma isteğini sınırlıyor.

5 - Tüketim malları ihracatında artış, ithalatında gerileme

Yılın ilk yarısında dayanıklı tüketim malları ihracatı miktar olarak yüzde 6.6, yarı dayanıklı tüketim malları ihracatı ise yüzde 2.4 arttı. Tüketim malları ihracatındaki bu artış özellikle korumacılığın ve rekabetin çok yoğunlaştığı bu alanlarda önemli bir başarı. Aynı dönemde dayanıklı tüketim malı ithalatı miktar olarak yüzde 4.8, yarı dayanıklı tüketim malları ise yüzde 4.1 düştü. İç talebin göreceli canlı olduğu ilk yarıda tüketim malları ithalatındaki gerilemenin önemli bir nedeni de döviz kurlarındaki artış oldu.

6 - Otomotiv ihracatı sürükleyici oldu, yurtiçi yan sanayi tedariki arttı

2017’nin ilk yarısında binek otomobilleri ihracatı miktar olarak yüzde 63.2 arttı (TÜİK, verilerde miktarı adet olarak değil ağırlık olarak hesaplıyor). Diğer kara taşımacılık (yolcu ve yük) araçları ihracatı da miktar olarak yüzde 25.7 arttı. Otomotiv yan sanayi ihracatı da miktar olarak ayını dönemde yüzde 5.1 yükseldi. İthalat ise binek otomobillerde yüzde 2.0, yan sanayide ise yüzde 3.0 geriledi. Otomotiv üretimindeki yüksek artışa karşın yan sanayi ithalatındaki gerileme de yurtiçi yan sanayi tedarikinin önemli ölçüde arttığını gösteriyor.

Son söz: Miktar gelişmeleri, dış ticarette değer gelişmeleri ile kısmen örtülen iyileşmeyi daha açık ortaya koyuyor.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi