tatil-sepeti

Boğaziçi, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim köprüleri ile İstanbul Boğazı’nın iki yakasının ve Asya ile Avrupa kıtalarının ‘inci gerdanlıklar’ ile birbirine bağlanmasını sağlayan Türkiye, Osmangazi Köprüsü ve yakında ihalesine çıkılacak ‘Çanakkale Boğazı Geçiş Köprüsü’ ile Marmara Bölgesi ve Kuzey Ege’yi ‘Altın Halka’ ile dünyanın en önemli kavşak noktalarından birisi haline getiriyor.

AK Parti hükümetlerince yürütülen bu mega projeler vasıtasıyla önümüzdeki
10 yılda, Çin’den batıya uzanacak yeni ‘İpek Yolu ulaşım koridorları’, Türkiye’nin hızla tamamladığı ve hayata geçirdiği bu projelerle, Marmara Bölgesi ve Kuzey Ege’yi, dünyanın önde gelen lojistik merkezlerinden biri haline getirecek. ABD, önümüzdeki 10 yılda, Güney Çin Denizi ve Malaka Boğaz Geçişi için Asya-Pasifik’te Çin’le ağır bir rekabete girebilir. Uluslararası siyaset uzmanları, Asya-Pasifik’teki bu olası kapışmaya yönelik olarak, Çin’in sadece deniz ticaret koridorlarını değil, aynı zamanda karayolu ve demiryolu ticaret koridorlarını da güçlendirmek zorunda olduğuna işaret ediyorlar. Bu durumda, Pasifik Okyanusu’ndan Atlantik Okyanusu’na uzanacak olan kara ve demiryolu ağının en kritik önemdeki kavşak noktası olmak adına Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin tamamladıkları bu projeler, Türkiye’nin bölgesel ve küresel oyuncu olma vasıflarını birkaç kat daha artıracak.

DÜNYA DÖRDÜNCÜSÜ BİR KÖPRÜ

252 metre kule yüksekliği, 35.93 metre tabliye genişliğine sahip, toplamda 2 bin 682 metre olarak planlanan Osmangazi Köprüsü’nün orta açıklığının 1.550 metre olacağı ve dünyanın en büyük orta açıklığa sahip dördüncü köprüsü olacağı belirtiliyor. Köprü 3 gidiş ve 3 geliş olmak üzere 6 şerit olarak hizmet verecek. Ayrıca, Osmangazi Köprüsü’nde bir de hizmet şeridi olacak. Körfez geçiş köprüsü, şu anda körfezi dolaşarak 2 saat, feribot ile 1 saat olan körfez geçiş süresini ortalama 6 dakikaya indiriyor. Osmangazi Köprüsü 1.1 milyar dolarlık yatırımla tamamlandı ve halen 8-10 saat süren İstanbul ile İzmir arasındaki karayolu ulaşımını 3.5 saate indirecek ve karşılığında yılda 650 milyon dolar tasarruf sağlayacak.

Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yap-işlet-devret modeli ile ihale edilen Gebze-Orhangazi-İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Projesi, 384 kilometre otoyol ve 49 kilometre bağlantı yolu olmak üzere 433 kilometreyi kapsıyor. Yapım çalışmalarının devam ettiği, Gebze-Gemlik kesiminde yüzde 98, Gebze-Orhangazi-Bursa kesiminde ise yüzde 90, Kemalpaşa Ayrımı-İzmir kesiminde yüzde 88 olmak üzere dev projenin tamamında yüzde 64’lük fiziksel gerçekleşme sağlandığı belirtiliyor. Altınova-Gemlik arasındaki 40 kilometrelik kesim ise 21 Nisan 2016’da tamamlanarak trafiğe açıldı. Projede toplam 7 bin 908 personel ile birlikte 1.568 adet iş makinesinin çalıştığı öğrenildi.
30 Haziran’da gerçekleş-tirilen resmi açılışı ile Osmangazi Köprüsü, Türkiye’nin ‘Altın Halka’ Projesi’nin en önemli sac ayaklarından biri olacak.

BREXİT PİYASALARI TERS KÖŞEYE YATIRDI

Brexit, ABD Merkez Bankası Fed’in temmuz ayı Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısını da etkileyecek boyutlar kazandı. Fed, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve İngiltere Merkez Bankası (BoE), Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması nedeniyle finansal piyasalarda oluşabilecek baskılara karşı gerekirse ek likidite sağlayabileceklerini bildirdi. İngiltere Maliye Bakanı George Osborne da, Brexit kararının ardından, G7 ülkelerinin merkez bankalarının gerekli likidite önlemlerini aldığını söyledi. Bu açıklamalar dahi, 2016 yılı sonuna kadar Fed için olası bir faiz artış kararının ciddi manada zora girdiği anlamına gelecektir.

Dünyanın en büyük varlık yönetim şirketi BlackRock CEO’su Larry Fink de, Fed’in 2016’da faiz artırımlarının son bulduğunu düşünüyor. Fink, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının küresel büyümede zayıflamaya neden olacağını ve bu durumun Fed’in 2016’da faiz artırmama ihtimalini daha muhtemel hale getirdiğini söylüyor. Fink, Brexit sonucunun Avrupalı liderlerin büyümeyi destekleyici politikaları takip etmelerine ve ulusları birbirine daha fazla yakınlaştırmasına neden olabileceğini belirtiyor.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi