tatil-sepeti

Bu yazı yazılırken ABD, Çin’i resmen kur manipülatörü ilan etti. Nedir bu; nasıl anlamlandırılmalı; iki ülke ilişkileri ve dünya açısından etkileri ne olur?

Bir ülkede ekonomi yönetiminin kurları manipüle etmesi, kurların belirlenmesini piyasalara bırakmayıp, ülke parasının değerini düşürmeye ya da değer kazanmasını engellemeye yönelik politikalar izlenmesi için kullanılıyor.

Türkiye gibi ara mallar ve yatırım mallarında dışa bağımlılığı ve yabancı para borç oranı yüksek ülkelerde ulusal paranın değer kaybetmesi birçok olumsuz sonuç ortaya çıkarıyor. Çin gibi böyle sıkıntıları olmayan ekonomilerde ise ülke parasının değerini düşük tutmak, ülke üreticilerinin ürünlerini yabancılar için ucuzlatarak uluslararası piyasalarda rekabet güçlerini artırıyor.

Donald Trump, ABD seçim kampanyasında Çin’i ülke parasının değerini düşük tutarak üreticilerine haksız rekabet sağlamakla suçlamış, göreve gelir gelmez ülkeyi kur manipülatörü ilan edeceğini açıklamıştı. Nedeni, büyük olasılıkla göreve geldiğinde konunun uzmanlarının durumun böyle olmadığını izah etmesiydi.

Çin, 1994’ten 2014’e kadar 20 yıl boyunca ülke parasının değerlenmesini önleyecek veya yavaşlatacak politikalar izledi. Daha önceleri denge civarında dolaşan dış ticaret dengesi bu tarihten sonra sürekli fazla vermeye başladı. Bunun sonucu olarak da ülkeye sürekli ve düzenli net döviz akışı oldu. Piyasa koşullarına bırakıldığında artan döviz arzı ülke parası RMB’nin değer kazanmasına yol açardı.

Ülke merkez bankası, sürekli olarak piyasadaki döviz fazlasını satın alarak, ülke bankacılık sistemi ve döviz piyasalarının burada ele alamayacağımız özelliklerinin de yardımıyla RMB’nin değerini 2015 yılına kadar sabit tuttu. Başta ABD, yabancı ülkelerin baskısıyla merkez bankası bundan sonra küresel krize bağlı olarak 2008-2010 arasındaki bir dönem dışında RMB’nin kontrollü bir şekilde değer kazanmasına izin verdi.

Durum 2014’te değişti ve çeşitli dinamikler çerçevesinde bu yılın ortalarından başlayarak RMB üzerinde bir satış baskısı oluşmaya başladı. 20 yıldır RMB değerlenmesin diye uğraşan merkez bankası, şimdi yoğun bir şekilde dolar satarak değer kaybetmesin diye savaşıyordu. 2014 ortalarından RMB üzerindeki satış baskısının kontrol altına alındığı 2016 ortalarına kadar merkez bankası bir trilyon dolar satmış, ülke döviz rezervleri 3 trilyon dolara düşmüştü.

Bu tarihten sonra üzerinde zaman zaman satış baskısı oluşsa da esas olarak dengedeydi. Donald Trump başkanlık koltuğuna oturduğunda Çin parasının değerini düşürmek bir yana, korumak için büyük bir savaş verir durumdaydı ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar da ülke parasında bir manipülasyon olmadığını belirtiyordu.

ABD yönetiminin ülkeyi kur manipülatörü ilan etmesinin nedeni, ülke parasının kritik bir eşik olarak görülen bir dolara 7 Yuan değerinin altına düşmesiydi. Trump yönetiminin geçtiğimiz günlerde Çin’den ithalatın hemen tümünü ek gümrük vergisi kapsamına almasının RMB üzerinde değer kaybetme yönünde baskı yaratması kaçınılmazdı.

Merkez bankası elbette bu baskıyı dolar satarak karşılayabilir, RMB’nin değer kaybını önleyebilirdi ama yapmamıştı. Ancak bu manipülasyon değil, piyasalara müdahaleden, manipülasyondan kaçınma olarak nitelenebilir. Etkisi? Bu tanımlama ABD’nin ilgili ülke mallarına ek vergi getirmesinin yolunu açıyor ama Çin için bu zaten gerçekleşmiş bulunuyor.

Dolayısıyla ABD-Çin ilişkilerinde önemli bir aşama değil. Türkiye gibi ülkeler açısından ise eğer sürerse, RMB’nin değer kaybetmesi ülke üreticilerinin rekabet gücü açısından olumsuz olacaktır.

16 Ağustos 2019 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi