tatil-sepeti

Fatih Oktay

Dört hafta önce ABD ile Çin arasındaki çatışma ile ilgili yazıda, ABD seçimleri öncesinde geçici ateşkes sağlayacak bir anlaşma olasılığının yüksek olduğu değerlendirmesini yapmıştık. Gelişmeler bu yönde oldu. Bu ayın 15’inde Donald Trump’ın yaptığı ilk açıklamalar ve Çin tarafından gelen temkinli doğrulamalardan anlaşılıyor ki, iki taraf anlaşma konusunda anlaşmış bulunuyor ve beklenmedik bir gelişme olmazsa kasım ortalarında Şili’deki Asya Pasifik Ekonomi Konferansı’nda iki ülkenin liderleri bir anlaşma imzalayacaklar.

Anlaşma koşulları henüz netleşmemişse de görünen o ki, ABD tarafının Çin’e verdiği, ekim ayında Çin’in 250 milyar dolarlık ihracat malı üzerindeki şu anda yüzde 25 olan ek verginin 5 puan daha artırılmaması ve aralık ortasında 160 milyar dolarlık ihracat malına yüzde 15 ek vergi getirilmemesi ile sınırlı olacak. Buna belki mevcut ek vergilerde sembolik bir azalma da eklenebilir. Çin tarafının vereceklerinin başında, geçtiğimiz yıllarda 20 milyar dolar dolayında seyreden, ancak ticaret çekişmeleri nedeniyle 10 milyar dolara düşmüş olan ABD’den tarım malı ithalatının 2 yıl içinde 40-50 milyar dolar dolayına çıkartılması geliyor. Listeye, Çin finansal piyasalarının ABD’li şirketlere daha çok açılması, fikri mülkiyet haklarının daha iyi korunması, Çin’in döviz kuru politikaları ile ilgili başka maddeler de eklenecek görünüyor.

EK VERGİLER TÜKETİCİYE YANSIDI

ABD tarafında birçok yorumcu Trump yönetimini, ABD için esas sorun olan Çin’in devlet destekli ekonomik-teknolojik gelişme modeli ile ilgili kazanımlar olmadan Çin’in yakasını bırakan, Çin’in kazançlı çıktığı bir anlaşma yapmakla suçlamaktaysa da, durum hiç öyle değil. IMF bünyesinde yapılanlar da dahil birçok çalışma, ABD’nin şimdiye kadar uyguladığı ek vergilerin neredeyse bütünüyle ABD’li sanayici ve tüketicilere yansıdığını gösteriyor. Aralık ayında ek vergi getirilmesi planlananlar, ABD’nin ithalatında Çin’in payının yüzde 75 ve üzerinde olduğu mallar. Bunlara getirilen ek vergi, kısa ve orta dönemde başka kaynaklar bulunması olanaksız olacağından tümüyle ABD tarafına, özellikle de tüketicilere yansıyacak, seçmen tercihlerini etkileyebilecekti. Yani bu anlaşmayla Trump yönetimi hem zaten kendisine zarar verecek ek vergileri geri adım atmış olmadan uygulamaya koymama şansını elde ediyor, hem de kırsal yöre seçmenlerini memnun edecek yüklü tarım malı alımları başta olmak üzere bir dizi kazanım sağlıyor.

ÇİN’İN AVANTAJI SINIRLI

Çin tarafı bu anlaşmadan ne sağlıyor? Pek bir şey sağlıyor görünmüyor. Herkes gibi Çin tarafı da, gerçekleşirse, bu anlaşmanın en iyi ihtimalle seçim sonrasına kadar geçici bir ateşkes sağlayacağını biliyor olsa gerek. Geçici de olsa ABD ile ilişkilerde bir rahatlama, ABD’nin özellikle teknoloji alanında baskısının hafiflemesi, Çin için bir kazanım olur. Ancak bu anlaşmanın hazırlıkları sürerken, anlaşmanın açıklanmasından bir hafta önce, Çin’in önde gelen yapay zeka şirketleri de dahil 28 şirketin, ABD’li kişi ve kuruluşlardan ürün ve hizmet temin etmelerini engelleyen kara listeye alınması, bu alandaki kazanımın da sınırlı olacağını gösteriyor.

Konu ile ilgili önceki yazıda değinildiği gibi, anlaşılan o ki, Çin tarafı Donald Trump’ı kendisi için kötüler arasında en iyi olarak değerlendiriyor, anlaşmanın esas kazanımını onun seçilme sansını yükseltmek olarak görüyor.

25 Ekim 2019 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi