Cumartesi, 23 Kasım, 2024
Avrupa Birliği (AB) , son yıllarda enerji arz güvenliği yerine iklim değişikliğine karşı ve çevreci dönüşüm odaklı politikalara yöneldi.
Özellikle, Fukuşima nükleer santralinde 2011'deki deprem ve tsunami sonrası yaşanan sızıntının ardından pek çok Avrupa ülkesinde söz konusu santrallerin güvenliği konusunda endişeler arttı.
Avrupa'da kamuoyunun baskısı ve görece makul seviyelerde seyreden fosil yakıt fiyatları ile yenilenebilir kaynaklara yatırımın öncesine göre uygun seviyelere gelmesi nükleerden çıkış eğilimini ortaya koydu.
Başını Almanya'nın çektiği çok sayıda AB üyesi ülke elektrik üretiminde nükleer santrallerden kademeli biçimde vazgeçmeye başladı.
İklim duyarlılığının ve çevre hassasiyetinin yükselmesinin etkisiyle Batı ülkeleri kömür kaynaklarından da vazgeçme planları ve programlarını devreye aldı.
Pek çok ülke uzun yıllar enerji arz güvenliğine katkı sağlayan ve uygun maliyetle faaliyet gösteren kömür santrallerini kapatmaya veya bunlardan üretimi düşürmeye yöneldi.
Ancak hem kömür hem de nükleerden çıkış Avrupa'nın enerji bağımsızlığını ciddi ölçüde riske soktu.
Söz konusu çıkış sürecinde, Avrupa ülkeleri bu kaynakların kaybının ortaya çıkardığı elektrik üretim eksikliğini yenilenebilir kaynaklara ve doğal gaz santrallerine yönelerek çözmeye çalıştı.
Bu duruma karşı uyarılara ve risklere rağmen Avrupa ülkelerinin, çevre hedeflerini yakalamak amacıyla arz güvenliği yerine seçenekler arasında en uygun maliyetli, hızlı ve kolay olduğu için Rusya'dan daha fazla doğal gaz tedarikini tercih etmesi, enerjide dışa bağımlılığı daha fazla artıran bir sonuç ortaya koydu.
AB ülkeleri, fosil yakıtlar konusunda sırtını Rusya'ya yaslamayı seçerek doğal gaz ihtiyacının yüzde 40'ını, petrolünün de yaklaşık yüzde 30'unu bu ülkeden tedarik ettiği bir yapı kurdu.
Aynı zamanda yenilenebilir enerji yatırımları fiyatlarının hem makul seviyelere inmesi hem de bu teknolojilerin geçmiş döneme göre daha verimli bir hal alması, bu alana yatırımları canlandırmasına rağmen Avrupa'nın enerji ihtiyacını istikrarlı ve kesintisiz biçimde sağlayacak bir sistem kurulamadı.
Salgının ardından küresel toparlanma enerji talebinin hızla artmasına neden oldu. Bu süreçte doğal gaz, petrol, kömür gibi fosil yakıt fiyatlarındaki hızlı yükseliş elektrik fiyatlarını da artırdı.
Avrupa ülkelerinin elektrik üretiminde yüzde 20 paya sahip olan doğal gazda fiyatlar, salgının başladığı dönemde makul seviyelerde seyrederken, son dönemde artış trendine girmişti.
Doğal gaz ihtiyacının yüzde 90'ını ithal eden Avrupa'da bu ürünün fiyatları geçen yıl yaklaşık 6 kat artış kaydetti.
Elektrik üretimindeki payı yüzde 15'lerde seyreden kömürdeki fiyat artışı da 4 katı buldu.
Geçen yıl, Avrupa'da özellikle yenilenebilir kaynaklardan sağlanan elektrik üretiminin de iklim koşulları nedeniyle düşüş göstermesi, AB emisyon ticaret sistemindeki karbon fiyatlarının artışı enerji fiyatlarının yükselişinde önemli rol oynadı.
Avrupa ülkeleri, hızla çok yüksek seviyelere tırmanan enerji faturalarıyla karşılaşınca son yıllarda enerjide yaptığı tercihleri de sorgulamaya başladı.
Rusya-Ukrayna savaşı enerjide zor durumda olan AB ülkelerini daha da köşeye sıkıştırdı.
Avrupa'nın yılda ortalama 155 milyar metreküp tükettiği Rus gazına yönelik bir yaptırım hamlesi ile Rusya'nın Avrupa'ya yönelik gaz akışını durdurma ihtimali tüm bölgede enerji krizinin devam ettiği bir dönemde endişeleri körükledi.
Rusya'nın gaz arzını daha da düşürmesi veya tamamen durdurmasına karşı acil durum planlaması yapmaya çalışan AB, Rus gazına alternatif kaynak arayışına girişti.
Sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tedarik anlaşmaları için gözünü ABD, Norveç, Katar, Mısır, Cezayir'e çeviren AB, yaşanabilecek kesintinin yerini tutacak bir seçenek bulmakta zorlandı.
AB'nin yıllık LNG ithal etme kapasitesi 160 milyar metreküp seviyesinde bulunuyor.
Rusya'dan akışın sürdüğü durumda bile AB toplam LNG kapasitesinin büyük kısmını kullanıyor. Bu nedenle Avrupa'nın Rus gazındaki bir kesintide tüm ihtiyacın LNG ile sağlanması mümkün görünmüyor.
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırılarının başlamasıyla AB, özellikle finans, bankacılık, ticaret ve ulaşım gibi alanları kapsayan ekonomik yaptırımlar uygulamaya koyarken, tedbirlerinin Rusya için en kritik alan olan enerjiye yansımaması dikkati çekti.
AB ülkeleri Rusya'nın enerjisine bağımlılıklarını azaltmakta başarı gösteremedikleri için ülkeyi en fazla ekonomik zarara uğratacak doğal gaz ve petrol alanlarında somut bir adım atacak cesareti ise bulamıyor.
Doğal gaz konusunda AB'nin Rusya'ya bağımlılığı kadar Rus ekonomisinin de karşı tarafa ihtiyacı dikkati çekiyor.
Enerji ihracatı, Rusya'nın en önemli gelir kalemi konumunda bulunuyor. Rusya, Avrupa ülkelerine 155 milyar metreküp doğal gaz tedarik ediyor. Rusya ekonomisinin doğal gaz gibi çeşitli enerji ürünleri ihracatı dış gelirlerinin 3'te 1'inden fazlasını sağlıyor.
Avrupa ülkelerinin enerjide ve özellikle doğal gazda Rusya'ya "aşırı bağımlı" olması nedeniyle Rusya'ya yönelik doğal gaz satış gelirlerinin kesintiye uğratılması yönünde bir karar alınması pek mümkün görünmüyor.
AB'nin Rusya'yı ekonomik zarara uğratmayı amaçlayan yaptırım paketleri ise en kritik konu olan enerji alanını kapsamına alamıyor.
Mevcut yaptırımlar sadece belirli rafineri teknolojilerine yönelik ihracat yasağı getiriyor ve bunun uzun vadede Rusya'nın petrol rafinerilerini yenilemesini zorlaştırması ancak mevcut üretimini etkilememesi bekleniyor.
AB son yılarda enerji arz güvenliğini sıklıkla gündemine taşımasına rağmen bu alanda somut adımlar atamadı.
AB Komisyonu, belirli bir konuyu üye ülkeler düzeyinde tartışmaya açmak ve tarafların fikir üretmelerini sağlayarak konuyu olgunlaştırmak için "Yeşil Kitap-Yeşil Belge" olarak adlandırılan çalışmalar yapıyor.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce hazırlanan "2030 iklim ve enerji politikası çerçevesi" adlı yeşil belge bu alanlarda atılacak adımlara ilişkin bir yol haritası ortaya koyuyor ve somut adımlar öneriyordu.
Belgede Rusya adı geçmiyor, enerjide Rus gazına bağımlılık tehlikesine doğrudan atıf yapılmıyordu.
Belge, sera gazı salımını azaltma, enerji arz güvenliği sağlama, büyüme, rekabet ve istihdamı artırmak için yüksek teknolojiye yatırım gerçekleştirme, uygun maliyetli yatırım ve kaynakların verimli kullanımı konularına odaklanıyordu.
Enerji arz güvenliğini artırmak için entegre enerji piyasası kurulumu ve yenilenebilir yatırımlar hedeflenmişti.
AB içi ve küresel enerji piyasalarının geliştirilmesi, yenilenebilir ve konvansiyonel olmayan gaz ve petrol ile nükleer teknolojilerin geliştirilmesi, hanelerin ve işletmelerin makul fiyat seviyelerinde enerji ürünlerine erişebilmesi amaçlanmıştı.
Ancak, söz konusu planlar enerji sistemlerinin karbondan arınmasıyla modernize edilmesi için önemli miktarda yatırım gerekliliğini ortaya koydu.
AB ülkelerinin Rus gazına olan bağımlılığı 2011 yılından beri hızla artıyor.
Toplam gazının 2011'de yüzde 30'unu Rusya'dan tedarik eden AB ülkeleri alternatif projeler geliştirerek bu bağımlılıktan kurtulamadı.
AB, 2012 yılında gazının yüzde 32'sini, 2013'te yüzde 39'unu, 2014'te yüzde 37,5'ini, 2015'te yüzde 37'sini, 2016'da yüzde 39,9'unu, 2017'de yüzde 39,3'ünü, 2018'de yüzde 40,2'sini, 2019'da yüzde 45,5'ini, 2020'de yüzde 43,9'unu ve 2021'de de yüzde 40'ını Rusya'dan satın aldı.
Veriler, AB’nin enerji arz güvenliğinde Rusya’dan kurtulamadığını aksine doğal gazda bağımlılığının artarak devam ettiğini ortaya koyuyor.
Yıllar itibarıyla AB'nin Rus gazına bağımlılık tablosu:
Yıl: | Oran (Yüzde) |
|
|
2011 | 30 |
2012 | 32 |
2013 | 39 |
2014 | 37,5 |
2015 | 37 |
2016 | 39,9 |
2017 | 39,3 |
2018 | 40,2 |
2019 | 45,5 |
2020 | 43,9 |
2021 | 40 |
08 Mart 2022 Salı
23 Kasım 2024 Cumartesi
23 Kasım 2024 Cumartesi
23 Kasım 2024 Cumartesi
22 Kasım 2024 Cuma
22 Kasım 2024 Cuma