Dr. İlhami FINDIKÇI

Dr. İlhami FINDIKÇI

Diğer Yazıları



ifindikci@degerdanismanlik.com.tr

 

İnsanlar gibi şehirler de değişti. Değişen yaşam alışkanlıklarımız, şehirleri de dönüştürüyor. Ve insan giderek bireyselleşip kendinden ve toplumdan uzaklaştıkça şehir de insandan uzaklaşıyor. Oysa ki insanlık şehir yaşamına kolay erişmedi. 

 

Günümüzde yaşanan hızlı bilgi artışı, değişme, gelişme ve bilgi toplumuna geçiş süreci, insan ve şehir hayatını daha bir derinden etkiledi. Hızlanan iletişim ve ulaşım, şehir hayatını hızlandırırken kalabalığı yoğunlaştırdı ve insanları mantık olarak yakınlaştırdı ama duygu olarak uzaklaştırdı. Hızlanan hayatla birlikte mekânlar da boyut değiştirdi ve bilgi toplumunun ileri teknoloji ile donatılmış şehirleri, insanı ve onun değerlerini unutturdu adeta. Öyle ki, aynı mekânları paylaşan insanlar, birbirlerinden habersiz. İnsanlar şehirlere, şehirler de insanlara benzemeye başladı.

 

DÜŞÜNEN İNSAN, DÜŞÜNEN ŞEHİR

 

Bir insan duyar, düşünür, hisseder, dinler. Bir şehir de düşünür, dinler, hisseder aslında. Düşünün mesela İstanbul’u, düşlemez mi, düşünmez mi, hissetmez mi sizi? Yeşilköy sahilinde düşünür, Çamlıca sırtlarındaki ağaçların yaprak seslerini hisseder, Sultanahmet Camii’nin estetiği matematikle birleştiren eşsizliğine hayran kalır, yıkılmaz bilinen surların yanında Ulubatlı Hasan canlanır da yaşlar süzülmez mi gözlerinizden? 

 

Binlerce yıllık tarihin süzgecinden gelen esintileri hissedersiniz İstanbul’da. Yeter ki isteyin. Nitekim şehirler de ruh taşır insanlar gibi. Dokunulmaz, görünmez ama her ayrıntısında hissedilir bu ruh. Tek boyutlu, tek renkli yapılar yığınını aşamayan şehirler, ruhsuz kalır. Ruhsuz kalan her canlı gibi her türlü kirlilik gelişir, huzur kaybolur, servilerin sesi duyulmaz.

 

Şehir, bütün ayrıntılarıyla insanların duygularına, duygusallığına hitap etmeyi unutmamalı. Çünkü şehir de bir bütündür insan gibi. 

 

Üzerinde taşıdığı insanları yedirir, barındırır, korur. Bununla da kalmaz. Çünkü temel ihtiyaçlarımız arasında sevgi yer alır. Evet, şehir barındırdıklarına sevgi sunmalı, âşıklar yetiştirmeli bağrında, iyi hisseden kişilere mekân olmalı. Daha iyiye ulaşmaları için insanları zorlamalı, yarışmalı onlarla şehir. Küskünlere kucak açmalı, ötekiler için ‘biz’ mekânı olabilmeli. Misafirlerini el üstünde tutabilmeli; çünkü yaşayanlar misafirleridir şehirlerin.

 

YAŞATMAK VE YAŞAMAK

 

İnsanı diğerlerinden farklı kılan kişiliğidir. Şehirler de böyle. Hangi şehir bir diğerine benzer? İnsanı ayakta tutan kimliği, değerleri ve kişiliği gibi şehirleri de ayakta tutan değerler vardır. Şehir, yüzyılların kişiliklerini, değerlerini, kültürünü, canlı ya da cansızlarını bağrında taşımanın zenginliği ile bir kimlik oluşturur. Ayasofya’nın bahçesinde, Mevlana’nın Türbesi’nde, Bodrum Kalesi’nde, Cirit Yaylası’nda, Yahya Çavuş’un düştüğü yerde, Anıtkabir’de... Bu kimliği görürüz. 

 

Nitekim mekânlar, onları yaşayanları yansıtır ve mekânlar onları yaşayanlar kadar önemlidir. Dolayısıyla şehir; dengesiz, düzensiz, saldırgan, uyumsuz bir anti sosyal kişilik sergilememeli. Yaşatmayı, yaşamayı, yardımlaşmayı, uyumu körüklemeli.

 

Yüzyılların tabii ve tarihi güzelliklerini gölgelemeye hiçbirimizin hakkı yok. İster yaşayanlar ister yönetenler fark etmez. Şehir kimliğini, gündelik kazanımlara heba edersek, şehir buna dayanamaz, bir gün hesap sorar, belki de taşıyamaz artık yükümüzü, keser iletişimini ve duymaz olur bizi. Nitekim yolu aşk durağından geçmemiş, sevgi denizinden nasibini almamış kişilerin yönettiği şehirler de sevgisiz, kişiliksiz, kimliksiz kalmış tarih boyunca.

28 Ağustos 2023 Pazartesi