Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları

DOÇ. DR. NURULLAH GÜR


Tüm avantajlarına rağmen zor bir coğrafyada yaşadığımızı kabul edelim. 1970’li yıllarda Arap-İsrail Savaşı ve Kıbrıs Harekâtı; 1980’lerde İran-Irak Savaşı; 1990’larda Körfez Savaşı ve Bosna Savaşı; 2000’lerde ABD’nin Irak’ı işgali ve Suriye iç savaşı…

Maalesef, bu yıkıcı halkaya bir yenisi daha eklendi: Rusya-Ukrayna Savaşı. Bu tip jeopolitik krizler, Türkiye ekonomisini yıpratıyor; gerçek ekonomik potansiyelimizi yakalamanın önünde engel teşkil ediyor.

İHRACAT RAKAMLARI BELİRLEYİCİ

Hem Rusya hem de Ukrayna dış ticaret, yatırım ve turizmdeki en önemli partnerlerimiz arasında. Çatışmalar, bölgeden ithal ettiğimiz kritik emtiaların teminini zorlaştırıyor. Savaştan dolayı iki ülkenin ekonomisinin daralması, bölgeye gerçekleştirdiğimiz ihracatı olumsuz etkileyecektir. Ancak, Rusya’nın Batılı ülkeler tarafından ekonomik abluka altına alınması, bavul ticaretinde Türk şirketlerine belli fırsatlar sunabilir. Bu iki ülkeye toplam ihracatın daralması ihtimaline karşı, şirketlerimizin bu kaybı telafi etmeye dönük arayışları olacaktır. Körfez ülkeleri ve İsrail ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesi, bu noktada fayda sağlayabilir.

Bununla birlikte, Asya’daki tedarik zinciri sıkıntılarının sürmesi ve zayıf TL’nin sağladığı rekabet avantajı, Türkiye’nin ihracatını destekleyecektir. Avrupa ekonomisinin bu savaştan etkilenme derecesi, belki de ihracat rakamlarımız üzerindeki en belirleyici unsur olacak. Eğer çatışmalar uzar ve Avrupa ekonomisi yavaşlarsa, bu durum Türkiye ekonomisi için sıkıntılı olur. Ekonomik büyüme vites düşürebilir. Her türlü olası senaryoya karşı hazırlıklı olmak lazım. Ama aşırı karamsar bir ruh haline bürünmenin de faydası yok. Savaşın kendisi büyük bir belirsizlik unsurudur; sürecin nereye evrileceğini öngörmek kolay değildir. Diplomatik adımların tansiyonu düşürme ihtimalini de tamamen göz ardı etmemek lazım.

ENFLASYON VE CARİ AÇIK

Çatışmalardan dolayı petrol fiyatlarının artması, cari açık için sıkıntılı bir durum. Bu yıl cari fazla hedefi ile yola çıkmıştık. Ancak, güncel beklentiler yılsonunda 30 milyar dolar cari açık verebileceğimiz yönünde. Petrolün yanı sıra buğday ve metal fiyatlarının artıyor olması, enflasyon için de sorun teşkil ediyor.

Turizmin bu sıkıntılardan ne derece etkileneceğini tahmin etmek için biraz daha zamana ihtiyaç var. Mevcut tablo olumsuz gibi görünse de turizmdeki kayıpları telafi edebilecek alternatifler karşımıza çıkabilir.

Tüm bu değişkenlere ve senaryolara baktığımızda enflasyon ve cari açık risklerinin daha bariz olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla, bu yıl büyümeden ziyade önceliği bu iki parametreye vermek daha doğru olacaktır. Yılın geri kalanı için para ve maliye politikalarını bu önceliğe göre tasarlamalı ve uygulamalıyız. Son olarak şunu vurgulamak gerekir ki, şirketlerimiz değişen zorlayıcı koşullara adapte olma noktasında önemli bir dinamizme ve deneyime sahip. Bu da Türkiye ekonomisinin iç ve dış şoklara karşı direncini artırıyor. Koronavirüs salgını bunun en yakın örneği niteliğinde.

18 Mart 2022 Cuma