tatil-sepeti
Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Edebiyatımızda ve tarihimizde, İstanbul denilince hemen söze girilmiyor. “Nasıl ve nereden başlasam da İstanbul’a yazık etmesem” diyor insan.

İstanbul’u anlatan seyyahlar, romancılar, hikâyeciler, şairler, tarihçiler, edipler, devlet adamları, tüccarlar, “İstanbul’u öyle dile getirmeli ki; şaheserliğine, tarihine, kültürüne, sanatına, uygarlıkların hatıralarına dokunarak gönlün el verdiği gibi resmedebilelim” diye adeta kırk ölçüp bir biçmişlerdir.

1453 yılında İstanbul’un fethi, dünyaya yeni bir çağın başlangıcını ilan etmiş ve o tarihten bu güne; tarih, sanat ve hoşgörü bayrağını taşımaktadır. Ekonominin ve kültürün adının geçtiği her noktada İstanbul’un mutlaka yeri vardır.

Bu anlamda İstanbul üzerine yazmak ve konuşmak zordur! Gerçi Napolyon Bonapart, (15 Ağustos 1769-5 Mayıs 1821) Dersâadet’in önemini sekiz kelimeyle tarihe şöyle kaydedivermiştir: “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu”.
Fransız yazar Alphonse de Lamartin ise (21 Ekim 1790-28 Şubat 1869) “Dünyaya bir kere bakmak zorundaysan, sadece İstanbul’a bak” diyerek kadim şehri özetlemiştir.
Bir İstanbul aşığı olan Necip Fazıl ise (26 Mayıs 1904-25 Mayıs 1983) “Canım İstanbul” başlıklı şiiriyle, “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;/Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” diyerek tarihe bir başka not düşmüştür.

Ya Orhan Veli, (13 Nisan 1914-14 Kasım 1950) İstanbul’u gözleri kapalı dinleyen sevdalılardandır. Yahya Kemal, (2 Aralık 1884-1 Kasım 1958) ise ‘İstanbul’un sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” derken, bu ifadeyi Sezai Karakoç, (22 Ocak 1933-16 Kasım 2021) “İstanbul, yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki bir şehir’ diye tamamlar.

Elbet İstanbul üzerine yazılanlar ve konuşulanlar bu kadar değil. Bu hafta, sinemamızın çok sevilen insanı ve bir İstanbul tutkunu olan Sadri Alışık’ın ünlü şiiriyle geçmişe geçmişine yolculuk edelim istedik. Şimdi söz büyük sanatkârımızın:

İstanbul:

Bu benim dünyaya ilk gelişim,
Yıkarak saltanatını koca Fatih’in.
Kundakla kefen arasında bir gün,
İstanbul, İstanbul deyişim.
Merhaba Kızkulesi, merhaba Eyüp Sultan, Kanlıca, Şehremini merhaba...
Bir İstanbul esiyor çocukluğumdan,
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
Yuşâ’dan mı okunur o ezanlar, Hırka-i Şerif’ten mi?
Komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
Hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
Bir tarihi gömmüşler Karacaahmet’inde Üsküdar’ın,
Sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
Duyûn-u Umumiye emeklisi faytonlar,
Hala bir sonbahar Acıbadem’de,
Cuma selamlıklarından beri saraylılar.
Merhaba Beylerbeyi, merhaba Sultan Selim, Merhaba iki gözüm İstanbul’um, merhaba...
Aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
Sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkânları.
Kapalıçarşı Bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
Ve Boğaziçi’nde Şirket-i Hayriye duman duman..
Nerdesin o İstanbul, nerdesin...
Hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
Mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
Büyükbabamın Kuvay-ı Milliye hikâyeleri.
Hani tahta tekerlekli arabalarım.
Hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.
Gene bir başka İstanbul’du bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
Beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
Açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
İstanbul’u taşırdı bakır siniler.
Sultaniyegâhtan bir hıdrellez mesiresi,
Sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
Haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.
Hey yavrum hey...
Burunbahçe dalyanında İstanbul’u çekerlerdi denizden, ıslatmadan...
Kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
Bütün uykularını koynuma alıp uyurdum İstanbul’un.
Rüyalarımda hala o günahlar uyanır,
Hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.
Merhaba Sultanahmet, Yerebatan merhaba...
Merhaba iki gözüm İstanbul’um merhaba,
Merhaba efendim, merhaba.

19 Ağustos 2022 Cuma