FATİH OKTAY

Mayıs, Biden yönetimi için Doğu Asya ile yakınlaşma ayı oldu. Önce 12 ve 13 Mayıs’ta Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (GAÜB-ASEAN) üyeleri Malezya, Endonezya, Tayland, Singapur, Filipinler, Vietnam, Brunei, Laos, Myanmar, Kamboçya liderlerinin katılımıyla Washington’da bir zirve düzenlendi. Ardından da geçtiğimiz günlerde Biden, Güney Kore ve Japonya’yı kapsayan bir Asya gezisine çıktı. Gezinin en önemli gelişmesi, 12 doğu-güney Asya ülkesi ile yönetimin daha önce açıklamış olduğu Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi adlı ekonomik işbirliği programı üzerine görüşmeler başlayacağının duyurulmasıydı.

Biden’ın bu girişimleri, Çin’in bölgede artan gücü ve etkisini sınırlayıp ABD’ninkini artırmayı hedefliyor.

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD, Doğu Asya’da her alanda rakipsiz bir güç konumuna gelmişti; bölgede hem Sovyetler Birliği’ne karşı bir güvenlik sağlayıcısı hem de ithalatı ve yatırımlarıyla ekonomik gelişme kaynağı olarak yaşamsal bir rol oynuyordu.

Günümüzde ABD, bu sefer daha çok Çin’e karşı, bir tür güvenlik sağlayıcısı rolünü sürdürüyorsa da, ekonomik rolünü büyük ölçüde kaybetmiş, yerini Çin almış bulunuyor. Dünyanın bu bölgesinde uluslararası politika açısından merkezi rolü olan ve nüfus açısından dünyada Çin ve Hindistan’dan sonra üçüncü sırada gelen Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (GAÜB) için en büyük dış ticaret ortağı 2009 yılından bu yana ABD değil, Çin. Günümüzde ABD’nin bölgedeki stratejik ortakları Japonya ve Güney Kore’nin de en büyük ticaret ortağı, en büyük ihracat müşterisi artık Çin. Çin, bölgede sağladığı finansman, doğrudan yatırımlar, Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesindeki altyapı faaliyetleri ile de etkisini giderek artırıyor.

TRANS PASİFİK ORTAKLIĞI

ABD’nin bölgedeki ekonomik gücünü artırma yönündeki büyük girişim, Obama döneminde Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması ile yapılmıştı. Anlaşma, ABD ile Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan ABD ve Asya kıtalarındaki ülkelerden Japonya, Malezya, Vietnam, Avustralya, Kanada ile Meksika’nın aralarında bulunduğu 11’inin ticaret bakanları tarafından 2016 yılı başlarında imzalanmıştı. Bu anlaşma ile ABD üye ülkelere iç pazarını Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde olduğundan daha fazla açacak, daha düşük gümrük vergileri uygulayacaktı. Ancak üye olup bu avantajlardan yararlanmak, ülkelerin dış ticaret ve yatırımlarla doğrudan ilgili olmayan, devlet şirketleri, kamu alımları, işçi hakları, çevre konularında belli koşulları yerine getirmelerine bağlanıyordu. Nihai amacı uluslararası ticaretin Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinin yerini alacak yeni kurallara göre yapılması olan anlaşma, doğal olarak Çin’i dışlıyor ve Doğu Asya ülkeleri ile ABD arasında çok özel bir ilişki kurulmasını getiriyordu.

HİNT-PASİFİK EKONOMİK ÇERÇEVESİ

Donald Trump’ın seçildikten sonra ilk işlerinden biri, bu anlaşmadan çıkmak oldu. ABD dışındaki üyeler yollarına devam ettiyseler de anlaşma, ABD pazarı olmadan pek bir anlam taşımıyor. Trump’ın ABD’de ortaya çıkarttığı küreselleşmeye mesafeli hava, Biden’ın da bu anlaşmaya dönmesini politik olarak olanaksız kılıyor. Bu nedenle Biden’ın henüz içeriği tam olarak ortaya konmamış, taslak halindeki Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi de ABD pazarının diğer ülkelere daha fazla açılmasına yönelik girişimler içermiyor. Söz konusu ‘çerçeve’ şimdilik dijital ekonomi, üretim zincirlerinin güvenilirliği, çevre, işçi hakları ve çalışma koşulları, vergi kaçırma, rüşvet, kara para aklama gibi konularda standartlar oluşturulmasına yönelik öngörüler içeriyor. Üyelerin bu konularda taahhütlere girdikleri, ancak karşılığında ABD pazarına erişimin artması gibi bir karşılık almadıkları bir işbirliği yapısının işlerlik kazanması olası görünmüyor. Bu girişimin tatlandırıcısı, bağlayıcısının Çin’den kayabilecek üretim faaliyetleri olması olası.

Gelişmeleri izleyeceğiz ama bu girişimin Çin’in bölgedeki ekonomik ağırlığını azaltıp ABD’ninkini artırma olasılığı çok zayıf görünüyor.

27 Mayıs 2022 Cuma