FATİH OKTAY

ABD ekonomisindeki daralma ve genişlemelere karşı uygulanan para politikaları, çoğu gelişmekte olan ekonomi için büyük bir istikrarsızlık kaynağı oluşturuyor. ABD ekonomisinde kriz dönemlerinde uygulanan parasal genişleme programları çerçevesinde faiz oranlarının düşmesi, gelişmekte olan ülkelere doğru büyük boyutlu sermaye akışlarına yol açıyor. Bu sermaye akışları ülke paralarının değerlenmesi, ülke faiz oranlarının düşmesi, borsalarının canlanmasına yol açıyor. Bu koşullar altında bu ülkelerde yabancı para cinsinden borçlanma da yüksek düzeylere çıkıyor. ABD ekonomisinde krizden çıkış başladığında parasal genişleme yavaşlayıp daralmaya dönüşüp faiz oranları artmaya başlayınca da, bu ülkelerden sermaye çıkışları başlıyor ve işler tersine dönüyor. Ülke parasıyla yapılmış yatırımların dövize dönüştürülerek çıkışı, döviz kurları ve faiz oranlarında artışlara, hisse senedi fiyatlarında da düşüşlere yol açıyor. Döviz kurundaki artışların, bolluk döneminde artmış olan döviz cinsinden borçların şirket ve bireylere olan yükünü artırmasıyla ekonomide daralma, döviz yükümlülüklerini kapatma çabasıyla da döviz cephesinde sıkıntılar başlıyor.

PARASAL SIKILAŞMA

1980’lerdeki Latin Amerika krizi ve 1997 Asya finansal krizi bu dinamikler içinde yaşanmıştı. ABD ekonomisinde 2000 yılı krizi sonrasında başlayan ve 2008 krizinde iyice hızlanan parasal genişlemenin 2013 yılından sonra durma sürecine girmesiyle gelişmekte olan ekonomiler için yine böyle bir süreç başlamış ama ABD ekonomisinin 2007 krizinden tam çıkamaması nedeniyle ivme kazanmamıştı. ABD para politikasının ara hedefi bankalar arası gecelik borçlanma faizleri ancak 2016 yılı başlarında yükselmeye başlamış, bu sefer de bir süre sonra Covid kriziyle parasal bollaşma ve düşük faiz politikasına dönülmüştü. Şimdi tam kapasiteye yakın durumdaki ABD ekonomisiyle ve ivmelenen enflasyon verileriyle, bu sefer kararlı bir parasal sıkılaşmaya gidiliyor ve gelişmekte olan ekonomiler için sıkıntılı günler başlıyor.

Çin ekonomisi, ABD ekonomisindeki bu dalgalanmalardan pek etkilenmiyor. Bunun bir nedeni, çok yakın zamana kadar yabancılar için döviz bozdurup RMB satın almanın, Çin’de bankaya yatırmanın, kişi ve kuruluşlara borç vermenin, ülke tahvil ve hisse senetlerine yatırım yapmanın neredeyse olanaksız olmasıydı. 2009 yılı sonrasında, ülke parasını ABD doları gibi uluslararası nitelikli bir para yapma çabaları çerçevesinde, yabancıların ülke finansal piyasalarında yatırım yapma olanaklarını giderek genişletiyorsa da Çin ekonomisi hâlâ dış kaynak hareketlerinden oldukça yalıtılmış durumda. Dolayısıyla bunlardan pek etkilenmiyor.

YATIRIM-TASARRUF DENGESİ

Ama işin esas sırrı, yatırım-tasarruf veya üretim-harcama dengelerinde yatıyor. Çin’in ulusal tasarrufları ülke içinde yapılan yatırımları karşıladığı gibi dış ticarette fazla vermesine olanak tanıyor. Aynı şeyi farklı şekilde söylersek, Çin’in toplam üretimi, ülkedeki tüketim ve yatırım harcamalarını karşıladığı gibi dış ticaret fazlası yoluyla yabancıların ihtiyaçlarını da karşılıyor. Dolayısıyla Çin, yabancı kaynağa mahkûm değil.

Çin gibi sermaye hareketi kontrolü uygulamasalar da gelişmekte olan ekonomiler dış kaynağa ne kadar çok bağlıysalar ABD ekonomisindeki salınımlardan o kadar etkileniyorlar. Gelişmekte olan ekonomiler için bu sıkıntılı döngülerden kurtulmanın yolu, ülke ekonomilerinde kamu ve özel sektör harcamalarını üretim kapasitesi ve rekabet gücünü artıracak alanlara yönlendiren devlet politikalarından geçiyor.

24 Haziran 2022 Cuma