tatil-sepeti

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ


 


 

İsmini 1888’li yıllarda Adana Valiliği yapan Şakir Paşa’dan alan ve 1937 yılında açılan Şakir Paşa Havalimanı, küresel bir nama ve değere kavuşan Teknofest etkinlikleriyle gündeme geldi. Bütün alanlarda sadece ödül alan yani birinci, ikinci ve üçüncü olan projelerin sergilendiği ve çok sayıda meraklının gezdiği etkinlikler Adana’yı da küresel alana taşımış oldu. Güzel bir şehir için güzel bir etkinlikle anılmak da iyidir. Füzenin ateşlenmesi gibi günler önceden başlayan, her gün tekrarlanan ve şehrin kültürel dokusuyla ilişkilendirilen tanıtımlar olumlu bir hava yarattı. Bir Adanalı olarak başta Selçuk Bayraktar olmak üzere Teknofest ekibine teşekkürler. 

 

İlk Teknofest düzenlendiğinde İstanbul Havalimanı açılışı öncesiydi. Henüz tamamlanmamış geniş bir mekânda kalabalıklar büyük bir heyecanla bu işin nasıl bir şey olduğunu anlamaya, keşfetmeye çalışıyordu. Doğal olarak karmaşa vardı ama heyecan da zirvedeydi. Biz de bu heyecanı yaşayanlar arasındaydık. Sonrasında bu günlere geldik. Teknofest artık küresel bir etkinlik haline gelmişti, marka değeri yüksekti. Sadece etkinlik değil, gerçekleştirilen projeler için hem fikri açıdan zemin hem de insan kaynağı yetiştiren bir ortamdı. Bu da ülkenin bu alandaki gidişatını doğrudan etkiliyordu.

 

FİKRİ ZEMİNİ HAZIRLAYANLAR

 

Teknofestin insan kıymeti ve fikri zeminini hazırlayan iki kuruluş var; Bilim ve Sanat Merkezleri ve Deneyap atölyeleri. Deneyap’lar Teknofest ile doğdu ve yaygınlaştı. İlgi ve merak üzerinden daha çok teknoloji ağırlıklı nitelikli bir zemin oluşturdular. Bilsem’ler ise ülkemizin bahşedilmiş çocuklarını eğitmek için 1993 yılında başladı. Yani 30 yıllık tecrübeye sahipler. Mutfak çalışması olarak sistem, müfredat ve pratik deneyim açısından üst bir tecrübe biriktirdiler. Bilsem’lerin örgün versiyonu olan Argem yapılanması ise daha üst bir çıtayı temsil ediyor. Bunlarla birlikte az sayıdaki Çocuk Üniversitelerini de bu seriye dahil etmekte fayda var. Üniversite ayağında ise kulüpler, ekipler ve üniversitelerin teknik imkanları var. Birçoğu da zaten liselerdeki ilgi ve merakını buraya taşımış çocuklar. Buradan çıkan netice; Teknofest için ülkemiz gençleri arasında hem ilgi hem de öğrenci profili açısından çok pozitif bir zemin var. İşte başarının arkasında yatan asıl unsur budur.

 

Teknofest yarışmalarının oluşturduğu zeminin öğrenciler için ne ifade ettiğini yıllardır Teknofest’e öğrenci hazırlayan, çalıştığı okula birçok ödül kazandıran, bu yıl da çalıştırdığı ekibi Biyoteknolojik İnovasyon 2024 Türkiye birincisi yapan deneyimli öğretmen Pınar Özdemir’e sorduk. Teknofest öğrenciye ne kazandırıyor sorumuza, “Teknofest etkinliklerini öğrencinin kendisini ifade etme fırsatı verilen bir ortam olarak görüyorum. Sistem, öğrenciye onu önemseyerek ve önündeki tüm engelleri kaldırarak düşüncesini gerçeğe dönüştürme imkânı sunuyor. Öğrenciniz geliyor, bir problemi size sunuyor, birlikte ön değerlendirme raporu yazıyorsunuz. Kabul alırsanız hazırlamış olduğunuz detay raporunda belirlediğiniz bütçeyi size destek olarak veriyor. Öğrenci için Teknofest mutlak güveni ifade ediyor. Hayatının başında hayallerini gerçeğe dönüştürülebileceğini gösteriyor ve müthiş bir özgüven kazandırıcı rol oynuyor. Öğrenci açısından geleceğe kapı aralayan en önemli girişim bence. Öğretmen için ise yüksek bir tatmin duygusu ve beraberinde getirdiği mutluluk çok değerli. Teşekkürler ülkeme bu etkinliği kazandıranlara” yanıtını veriyor. Pınar Hoca’nın altını çizdiği hususlar, ödül alsın almasın, katılan bütün gençlerimiz için geçerli ve ortak noktalardır.

 

YENİ HAMLE ZAMANI

 

Teknofest’in küresel boyutunu geliştirmek üzere zemin oluşturmaya yönelik yeni bir hamle yapmanın sırası geldi ve bir an önce başlatılmasında fayda var. Bu da şimdilik dünyanın 56 ülkesinde okulları olan yaklaşık 55 bin öğrencisi, 8 bin öğretmeni ile Maarif Vakfı Okulları’dır. Bu öğrenciler arasında ilgi ve merak oluşturma, başarılı öğrencileri bu alana yönlendirme çalışmalarıyla Teknofest’e başvuru daha da artacaktır. Bilim çalışmalarıyla uygun zemin oluşturulacak ve bu da etkinliklere hızlı bir şekilde yansıyacaktır. İşin teknik yanıyla ilgili olarak T3 Vakfı ile Maarif Vakfı Okulları’nın işbirliği yapması da çok 

uygun düşer.

 

Görüldüğü üzere Teknofest etkinlikleri ve buna hazırlanma süreci sadece bizim öğrencilerimiz için değil, gönül coğrafyamız için de bir ilham kaynağı olmaya devam edecek. Bu durum ülkemizin geleceği açısından hakikaten bir güzelliktir.

07 Ekim 2024 Pazartesi

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi