tatil-sepeti

PROF. DR. KEREM ALKİN

keremalkin@superonline.com

 

Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki iddiasının en önemli sacayaklarından birini ‘sürdürülebilir ihracat’ başarısı oluşturuyor. Bu başarı, hiç şüphesiz, sadece mal ihracatındaki imkan ve kabiliyetlerimizle değil, Türkiye’nin hizmetler sektöründeki ‘tartışmasız’ becerileriyle hizmetler ihracatımız açısından da geçerli. Türkiye’nin otomotiv, tekstil, inşaat ve yapı malzemesi, kimyasallar, ilaç, savunma ve havacılık, makina, elektrik ve elektronik, iklimlendirme, tarım ve gıda alanlarındaki mal ihracatı başarısı, uzunca bir süredir ülkemize Cumhuriyet tarihi mal ihracatı rekorları ile dönüyor. 2024’ün ocak ayına da Cumhuriyet tarihinin en yüksek ocak ayı ihracat rekoru ile başladık.

 

Ticaret Bakanlığımızın büyük gayretleri ve aralıksız geliştirdiği kıtalar arası yeni pazar stratejileri, Hazine ve Maliye Bakanlığımız ile birlikte geliştirilen ihracatın finansmanına yönelik yeni imkanlar, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığımız ile birlikte geliştirilen ve Türkiye’nin ‘yeşil ihracat’ hamlesi anlamına gelen ‘çevre dostu’ ve ‘sıfır atık’ odaklı ihracat hamleleri, ülkemizin küresel tedarik zincirinde ‘güvenilir tedarikçi ülke’ algısını ve statüsünü perçinleyen adımlar. Bu noktada, Ticaret Bakanlığımız ile yoğun koordinasyon içinde Türkiye İhracatçılar Meclisi ve İhracatçı Birliklerimizin dünya çapında yürüttükleri ihraç ürünlerimize yönelik tanıtım ve yeni pazar, yeni alıcı projeleri, saha çalışmaları ‘sürdürülebilir ihracat’ stratejimize kalıcı katkılar sağlıyor.

 

TARİHSEL BİRİKİM 

 

Ülkemizin bilhassa tekstil, inşaat ve yapı malzemeleri, tarım, gıda sektörü ihracatındaki uzun soluklu başarısının arkasındaki en anlamlı motivasyon ise ‘tarihsel birikim’. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, 2 bin yıldır dünyanın önde gelen tekstil, inşaat ve tarımsal üretim merkezi. 1. yüzyılda dünya mal ve hizmet üretiminin yüzde 10’u, bulunduğumuz coğrafyada gerçekleşiyor. Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyıla kadar dünya mal ve hizmet üretiminin yüzde 6’sını karşılıyor. Bu nedenle tekstil, inşaat ve yapı malzemesi ve tarımsal üretim kabiliyetlerimiz sadece ihracat başarımıza değil, aynı zamanda ülkemizin istihdam kabiliyetlerine de paha biçilmez katkı sağlıyor.

 

Ve, ülkemizin hizmet ihracatındaki tarihi başarıları. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın ülkemizin tarihi ölçekteki gastronomi becerilerine yönelik, turizm türlerini güçlendirici yöndeki çok yönlü stratejileri, Ticaret Bakanlığımızın hizmet ihracatına yönelik yeni yol haritası, ülkemizin turizm alanındaki başarılarını yeni rekorlara taşıyor. 2023 yılını yüzde 10 artışla 56.7 milyon turistle yeni bir rekorla kapatan Türkiye’nin 2024 hedefi, 60 milyon turistle 60 milyar dolar gelir. Sağlık Bakanlığımızın ‘sağlık turizmi’ni özendirici çalışmaları çerçevesinde, yüzde 50’ye yakın artışlarla 1.5-2 milyon ziyaretçi sayılarına yönelik yeni rekorlara hızla ilerliyoruz. Bu başarıya, öncelikle yüksek öğretim, sonrasında orta öğretim kurumlarımızla eğitim ihracatı başarımızı da ekleyelim.

 

SÜRDÜRÜLEBİLİR CARİ FAZLA

 

Hizmet ihracatımızdaki her yeni rekor, yılın 300 günü güneş gören Ege ve Akdeniz kıyılarımızı küresel destinasyon noktalarına dönüştürdüğümüz anlamına geliyor. Bu nedenle İstanbul, Antalya, İzmir, Muğla, Nevşehir (Kapadokya), Gaziantep, Eskişehir, Trabzon gibi şehirlerimiz dünya destinasyonlarında basamakları hızla tırmanıyor. Bilhassa, İstanbul ve Antalya’nın başarısı, sırasıyla 2023’te yüzde 26 ve yüzde 29 büyüme Paris, Hong Kong ve New York’u geride bıraktığımız anlamına geliyor. Türkiye’nin sürdürülebilir ihracat başarısı, ekonomi yönetimimizin stratejik öngörü ve planlamalarıyla ‘sürdürülebilir cari fazla’ hedefini de başarmamız anlamına gelecek.

19 Şubat 2024 Pazartesi

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi