İnsani değerler hazinesini oluşturan ‘insani erdemlerin’ önündeki büyük engellerden biri ve yaptığımız halde kabullenmediğimiz ‘ön yargı ve peşin hüküm’ sahibi olmamızdır.
Konuşmak sanattır, dinlemek daha önemli sanattır. Birbirimizi anlamamızdaki sıkıntıların başında; anlamak için değil, söylenenlerin birkaç kelimesini kapıp, hemen cevap vermek için dinlememiz gelir. Örneğin karşılıklı konuşurken, muhatabımızın sözü bitmeden sözünün üzerine söz bindirmemiz gibi.
Ön yargı ve peşin hükümlü dinlemelerin sonucunda konuşanlar da dinleyenler de esası kaçırdıkları için bir türlü anlaşma ve anlama zemini bulamazlar.
Ev, iş, çarşı, pazar ve sosyal hayatın bütününde böyle vaziyetlerle karşılaşırız. Farkında olsak da olmasak da günümüzün önemli kısmını bu hallerimiz meşgul eder.
* * *
Meseleyi herhangi bir ön yargı ve peşin hüküm sınıfına dâhil etmeden en iyisi meramımızı değişik şekillerde anlatılan güzel bir hikâye ile anlatalım:
Beldenin birinde kendi halinde işlerini yapan çiftçi birinin çok güzel bir atı varmış ve civarda pek meşhurmuş. Atın bu şöhreti, devrin Kral’ının kulağına gitmiş ve Kral ata sahip olmak için satın alınmasını emretmiş.
Kralın adamları gelip çiftçiden atını Kral’a satmasını istemişler, istediği kadar da para vereceklerini söylemişler. Çiftçi Kral’ın yaverlerine:
-“İstediğiniz atım, Kral’ınıza göre çok güçlü olabilir ama bizim elimiz ayağımız, ayrıca o bize dost, biz ona dostuz, insan dostuna vefasızlık eder mi, satamam” demiş.
Günler akarken, bir sabah çiftçinin atı yok olmuş. Komşuları çiftçinin yanına gelerek üzüntülerini belirttikten sonra başlamışlar konuşmaya:
-“Bre komşu, Kral atını istedi, istediğin kadar para teklif ettiler, al işte atın kayboldu, şimdi ne yapacaksın bakalım” demişler. Çiftçi, söylenenleri dinledikten sonra:
-“Komşular ön yargılı hareket ediyorsunuz. Oysa ‘atın kaçmış veya kaybolmuş’ deseniz anlarım ama ne olduğunu bilmeden peşin hükümlülükle hareket ediyorsunuz” demiş.
Komşular bu ifadelere gülüp geçmişler ama aradan birkaç gün geçince kaybolan at arkasında yılkı atlarıyla çıkagelmiş. Bu durumu öğrenen komşular yine atın sahibine gelmiş ve yanıldıklarını belirterek:
-“Haklısın komşumuz, atın kaçmamış. Bak bir de arkasında bir sürü atla geldi. Artık zengin sayılırsın, sana güç yetmez” demişler.
Çiftçi cevaben:
-“Yine acele ettiniz” demiş. “Bana göre atım geri döndü. Gelirken de yanına dostlarını alıp gelmiş, bundan ötesinin nasıl olacağını hiçbirimiz bilemeyiz.”
* * *
Çiftçimiz işine gücüne bakarken askerlik çağına gelmiş oğlu da diğer atları eğitmeye ve işlere koşmaya çalışırken, atlardan birinden düşüp ayağını kırmış. Kazayı duyan komşuları yine gelerek:
-“Bundan ötesinin ne olacağını hiçbirimiz bilemeyiz demiştin, yine haklı çıktın. Bak evladın atları eğitirken, düşüp ayağını kırmış geçmiş olsun” demişler. Çiftçi:
-“Yine erkence davrandınız. Bildiğimiz oğlumun düşüp ayağını kırmış olmasıdır. Görelim bakalım neye sebep olacak bilemeyiz” demiş.
Hikâye bu ya, aradan zaman geçince savaş çıkmış ve köylerde eli silah tutan gençleri askere almışlar. Bu delikanlının ayağı kırık olduğu için almamışlar.
Komşular yine damlamışlar çiftçinin yanına ve çocuğu askere alınmadığı için ne kadar şanslı olduğunu söylemişler. Çiftçimiz, artık bilgeliğinin gereğini yerine getirmiş:
-“Ön yargı ve peşin hükümlü olmaktan hiç vazgeçmeyecek misiniz? Şimdiye kadar olup bitenleri hangimiz önden görebildi? Hiçbirimiz!”
Gelin önce sahip olduklarımızın farkına varalım ve her an kaybolabileceğini de unutmayalım. Kazanmak ve kaybetmek bizim içindir. Bir de nasıl sahip olduğumuza bakalım.