Uzmanlar, Husilerin Kızıldeniz'de uluslararası gemilere yönelik artan saldırılarına karşı ABD yönetiminin kurulduğunu duyurduğu çok uluslu misyonun, uluslararası ticaretin ve Kızıldeniz'deki seyrüsefer güvenliği için olduğunu söyledi.


 

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi İsmail Sarı ve Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Akademi Direktörü Ferhat Pirinççi, ABD yönetiminin kurulduğunu açıkladığı çok uluslu misyona ilişkin değerlendirmede bulundu.

 

Sarı, Husilerin İsrail'e ait ya da İsrail'e gittiği varsayılan gemilere saldırdığını, ABD'nin de sürekli Husilere ait insansız hava araçlarını ve füzeleri düşürdüğünü anlattı.

 

Büyük oranda ABD'nin Husilerin saldırılarını tek başına engellediğini belirten Sarı, 17 Aralık'tan itibaren ülke ve şirketlerin güvenlik riski nedeniyle Kızıldeniz'den çekildiğini ve bunun ardından çok uluslu bir misyonun kurulması kararı alındığını ifade etti.

 

Sarı, Husilerin gemilere yönelik saldırılarının ve tehditlerinin ekonomiyi etkilemesinden de endişe edildiğini vurgulayarak nakliye alanında önemli şirketlerin bölgeden çekildiğini belirtti.

 

"PETROL FİYATLARI DALGALANABİLİR"

 

Bunun sadece İsrail nedeniyle olmadığına işaret eden Sarı, "Gelişigüzel saldırılar başladı. O nedenle nakliye şirketleri çekilmeye başladı, çekilmeye başlayınca doğal olarak Afrika'yı dolaşmak zorunda. Süveyş'i kullanamıyorlar ve petrol fiyatlarında bir dalgalanma olabilir düşüncesi başladı." dedi.

 

Sarı, bölgedeki nakliyeyi elinde tutanların, İsrail'i desteklemek ya da korumaktan ziyade kendi işlerini koruma maksatlı misyonda bulunduğunu belirterek "(ABD) füzeleri engelliyordu ama bununla beraber engelleyemediği saldırılar var. (Husiler) bir gemi kaçırdı ve bunun yarattığı tedirginlik Kızıldeniz'in seyrüsefer güvenliğindeki risk algısını yükseltti, cuma cumartesiden itibaren çekilenler oldu. Bunların çekilmesi de petrol piyasasını etkileyecektir." ifadelerini kullandı.

 

SETA Akademi Direktörü Pirinççi de söz konusu uygulamanın sadece Husilerin füze saldırılarını engellemeye yönelik olması halinde ABD'nin ve ilgili koalisyon ortaklarının kapasitelerinin yeterli olacağına ancak yine de bölgede kesin bir engelleme sağlanamayacağına dikkati çekti.

 

Kurulan çok uluslu misyonun, koalisyon ortağı ülkeleri Husiler açısından meşru hedef haline getirebileceğini söyleyen Pirinççi, "Bu da bölgesel tansiyonun daha fazla artması anlamına gelir." şeklinde konuştu.

 

"İSRAİL TİCARETİNİN ZARAR GÖRMEMESİ DE MİSYONUN AMAÇLARINDAN OLABİLİR"

 

Pirinççi, Husilerin füzelerinin İsrail'in Gazze'ye saldırılarından sonra ateşlenmesi, İsrail'in doğrudan ticaretinin ve tedarik zincirinin bozulması dikkate alındığında söz konusu misyonun İsrail'i koruma altına alan bir adım olarak göründüğünü kaydetti.

 

Ancak saldırıların sadece İsrail'i değil, bölgedeki seyrüseferi de etkilediğine dikkati çeken Pirinççi, Kızıldeniz'de güvenliğin tehdit edilmesinin uluslararası ticarete de etkisi olması nedeniyle misyonun, uluslararası seyrüsefer ve deniz ticaretinin aksamaması için yapılıyor gibi göründüğünü söyledi.

 

Pirinççi, hangi neden olursa olsun Husilere karşı bir engelleme olacağına işaret ederek "Bu engelleme sadece füze engellemesi mi yoksa Husi hedefine saldırı mı? Dolayısıyla bence bu daha kritik bir soru." değerlendirmesinde bulundu.

 

Bunun ortaya çıkaracağı sonuçların farklı olabileceğini vurgulayan Pirinççi, misyonun, pasif olarak füzelerin engellenmesi yerine aktif bir engel olma yoluna gitmesi halinde Husilerin de karşılık verme ihtimalinin yabana atılmaması gerektiğini belirterek "Husilerin ellerinde ciddi bir kapasite var. Devlet dışı aktör gibi görüyoruz ama Yemen ordusunun neredeyse bütün silahı kendi kontrollerinde." diye konuştu.

 

ABD ÖNCÜLÜĞÜNDE KIZILDENİZ'DE ÇOK ULUSLU MİSYON

 

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, konuya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, Kızıldeniz'de artan Husi saldırılarının serbest ticaret akışını tehdit ettiğini, masum denizcileri tehlikeye attığını ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirtmişti

 

Bu konunun çözümü için uluslararası bir talep olduğuna işaret eden Austin, "Bu nedenle bugün Operation Prosperity Guardian'ı (Refah Muhafızı Operasyonu) kurduğumuzu duyuruyorum. Bu, Ortak Deniz Kuvvetleri ve 153. Görev Gücü'nün çatısı altında Kızıldeniz'deki güvenliğe odaklanan önemli bir çok uluslu güvenlik girişimidir." ifadesini kullanmıştı

 

Misyonda ABD'nin yanı sıra İngiltere, Bahreyn, Kanada, İtalya, Fransa, Hollanda, Norveç, Şeyseller ve İspanya yer alıyor.

 

HUSİLER, KIZILDENİZ'DE İSRAİL GEMİLERİNİ HEDEF ALIYOR

 

Yemen'deki İran destekli Husiler, 12 Aralık'ta uyarılara cevap vermeyen ve İsrail'e giden bir Norveç petrol gemisini hedef aldıklarını duyurmuştu.

 

İngiltere Denizcilik Ajansı, Kızıldeniz'de hedef alınan bir gemi ve mürettebatının güvende olduğunu açıklamıştı.

 

Yemen'deki Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi, 14 Kasım'daki televizyon konuşmasında, Kızıldeniz'de İsrail gemilerini hedef alabilecekleri tehdidinde bulunmuştu.

 

Husilerin askeri sözcüsü Yahya Seri ise 19 Kasım'da X sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İsrail'in abluka altındaki Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarına tepki olarak, İsrail bandıralı her türlü gemiyi hedef alacaklarını duyurmuştu.

 

Ardından Husiler, Babu'l Mendeb Boğazı'nda "Unity Explorer" ve "Number Nine" adlı iki İsrail gemisine İHA ve füze saldırısı düzenlemişti.

 

İsrailli denizcilik şirketi ZIM de 29 Kasım'da yaptığı açıklamada, Umman Denizi ve Kızıldeniz'deki güvenlik durumunu gerekçe göstererek gemilerinin Mısır'daki Süveyş Kanalı'nı kullanmayacağını belirtmişti.

 

CENTCOM ise 4 Aralık'ta X sosyal medya platformundan, Kızıldeniz'in güneyindeki uluslararası kara sularda 3 ticari gemiye 4 saldırı düzenlendiğini açıklamıştı.

 

Kızıldeniz'in güneyinde ABD Donanmasına bağlı "USS Carney" destroyerinin ticari gemilerin yardım çağrısına yanıt verdiği aktarılan açıklamada, destroyerin gemilere yardım ederken kendisine doğru ilerleyen 3 İHA'yı düşürdüğü ifade edilmişti.

19 Aralık 2023 Salı

Amasya Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Yusuf Bahadır Keskin, "Kalkınma Yolu, Avrupa ile ulaşımı Hayfa Limanı ya da Süveyş Kanalı'na bağımlılıktan kurtarıp Arap Yarımadası'na eşsiz bir alternatif sunabilir" dedi.


 

Amasya Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Yusuf Bahadır Keskin, Türkiye, Irak, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında imzalanan "Kalkınma Yolu" mutabakat zaptını ve Kalkınma Yolu Projesi'nin Körfez'e etkilerini değerlendirdi.

 

Türkiye, Irak, Katar ve BAE arasında "Kalkınma Yolu" mutabakatı imzalandı. Kuveyt ve Suudi Arabistan bu mutabakat zaptına katılmadı. Bu ülkeler Kalkınma Yolu Projesi'ne neden katılmıyor?

 

Esasında bu ülkelerin Kalkınma Yolu'na "katılmadığını" söylemek için erken. Uzun vadeli bir plandan bahsediyoruz ve bazı bölge ülkeleri projeye temkinli yaklaşmayı tercih ediyor. İlerleyen aşamalarda yeni gelişmeleri ve yeni ortakların katılımını görebiliriz.

 

Suudi Arabistan projeye katılma niyetini beyan eden ilk ülkelerden biriydi. Suudi Arabistan'ın projeye finansman sağlaması, altyapı yatırımları yapması ve ülkenin kuzeybatısındaki Arar Sınır Kapısı'nı aktif hale getirmesi konuları gündeme gelmişti. Buna rağmen Riyad yönetimi Türkiye, Avrupa ve Orta Koridor'a bağlantı sağlayabileceği bu projenin mutabakat zaptına katılmadı. Riyad yönetiminin, Kalkınma Yolu'nun Irak pazarında zaten kendisini hissettiren Türk ihracatçılarının etkisini daha da artırmasından kaygılandığı söylenebilir. Suudi kanadı bunu sıfır toplamlı bir denklem olarak görüyor. Oysa Türkiye’nin Irak’taki etkisi, İran’ın dengelenmesinde Körfez adına avantaj sağlayacaktır. Ayrıca Kalkınma Yolu faaliyete geçtiğinde, Irak’taki Körfez yatırımlarının da önünü açacaktır. Nitekim Türkiye, bu projeyi Irak’taki etkinliğini kendi çıkarlarını maksimize etme bağlamında sıfır toplamlı bir denklem üzerinden okumuyor. Aksine Türkiye, Kalkınma Yolu'na Irak’taki istikrarın bölgesel ekonomik entegrasyona, dolayısıyla kazan-kazan mantığıyla bütün aktörlere fayda getirecek bir proje olarak bakıyor.

 

Şu aşamada Suudi Arabistan’ın masasında kendisine ait mega projeler ve Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi alternatif projeler mevcut. Riyad’daki karar alıcılar öncelikle kendi mega projeleri ve IMEC’e odaklanacak fakat Kalkınma Yolu’nu da dikkatle takip edecekler. Zira, BAE ve Katar gibi bölgesel rakiplerin dahil olacağı bir projenin dışında kalmak istemeyeceklerdir.

 

Kuveyt cephesindeyse durum biraz daha farklı. Öncelikle Irak’la 1990’daki işgalden günümüze uzanan, tam manasıyla çözülememiş tarihsel bir husumet ve bazı anlaşmazlıkları var. Fav Limanı’nın kullanılmasında Kuveyt’in Bubiyan Adası’nın konumu, komşular arasındaki iletişim kanallarının her daim açık kalmasını gerekli kılıyor. Ayrıca Fav Limanı, Kuveyt’in büyük yatırım yaptığı ve inşası devam eden Mübarek Limanı için çok ciddi bir rakip olacak. Gerek Mübarek Limanı’nın uzun zamandır tamamlanamaması gerekse Kalkınma Yolu’nun dışında kalınması Kuveyt'te eleştirilere yol açıyor. Ulusal Meclis içerisinden vekiller, hükümeti “büyük projeleri ve bölgesel ilişkileri yönetememekle” suçluyor. Dolayısıyla projede somut adımların atılması, Kuveyt’in yol haritasında bazı değişiklikleri beraberinde getirebilir.

 

Türkiye ile Irak arasındaki yakınlaşma ve Türk diplomasisinin Ali es-Sistani gibi isimlerle oluşturacağı sağlıklı diyalog kanalları Körfez için güven ortamını tesis edebilir. Sistani’nin Körfez’de ciddi yatırımı olan şirketleri kontrol ettiği ve Irak-Körfez arasında toplumsal açıdan etkin bir isim olduğu da hesaba katıldığında, Türkiye’nin diplomatik anlamda kapsayıcı bir siyaset üretmesi Irak’ın İran radarından kopmasına ve Körfez’in Şii tehdidini yönetmesine vesile olabilir. Aynı zamanda, bu durum Orta Doğu’daki gerilimlerin yumuşamasına, diyalog kanallarının gelişmesine ve işbirliği zemininin güçlenmesine fırsat doğurabilir. Bu tarz adımlar Irak ile Körfez arasındaki yakınlaşmanın önünü açabilir ve Suudi Arabistan ile Kuveyt gibi aktörlerin tutumlarında değişiklikler görülebilir. BAE-İran, Suudi Arabistan-İran normalleşmelerinin de kısa süre önce tatbik edildiği de hesaba katıldığında, Türkiye’nin aktif ve yapıcı bir siyaset ürettiği sürece Irak’ın da bölgesel bir aktör olması ve bölgesel işbirliğine katkı üretmesi beklenebilir.

 

KALKINMA YOLU KÖRFEZ’E NELER KATABİLİR?

 

Körfez monarşileri son dönemde hidrokarbon ihracatına bağımlı geleneksel ekonomi modelini dönüştürme ve gelirlerini çeşitlendirmeye odaklandılar. Körfez ülkeleri tarafından teknoloji, finans, spor ve turizm gibi muhtelif sektörlerde mega yatırımlar gerçekleştiriliyor. Gerek geleneksel yapı gerekse yeni ekonomi modeli için alternatif ulaştırma rotaları büyük değer taşıyor.

 

Basra Körfezi’ni Avrupa’ya bağlayan en kısa ve en ucuz güzergah niteliğindeki Irak hattı, küresel ticaret için yıllardır “çıkmaz bir sokak”. Bu tür mega projelerin sonuca ulaşması, ekonomik kalkınmayı ve bölgesel entegrasyonu hızlandırarak Irak’ın yarım asırdır maruz kaldığı yapısal istikrarsızlıktan kurtulması için bir fırsat olabilir.

 

Eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki yönetiminin mezhepçi politikalarıyla artan İran etkisinin kırılabilmesi için de bu ekonomik kurtuluş hamlesi önem taşıyor. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani yönetiminin harekete geçirdiği bu vizyon projesi sadece Irak için değil, bölge ve küresel ticaret için de fayda yaratacak. Kalkınma Yolu faaliyete geçtiğinde lojistik maliyetlerin yüzde 40 düşeceği hesaplanıyor. Katar ve BAE, projedeki potansiyelin farkına vararak mutabakat zaptına katılım sağladı.

 

Kalkınma Yolu ile Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerini birbirine bağlayacak 2 bin 117 kilometrelik KİK Demir Yolu Projesi’nin entegrasyonu, Akdeniz’le Hint Okyanusu’nun bağlanması anlamına geliyor. Doha yönetimi, Türkiye ve Avrupa ile doğrudan kurulacak lojistik bağlantıya verdiği değeri, projenin altyapı faaliyetleri için sunduğu yaklaşık 10 milyar dolarlık taahhütle gösterdi.

 

BAE için de benzer durum söz konusu. Yatırım Bakanı Mohamed Hassan Al Suwaidi'nin İstanbul ziyaretinin ardından BAE’nin projeye gösterdiği alaka bir kez daha ifade edildi. Aynı zamanda BAE menşeli 40'tan fazla ülkede varlık gösteren AD Ports Group gibi şirketlerin, projenin inşa ve işletme süreçlerine aktif katılımları söz konusu görünüyor.

 

Kalkınma Yolu’na katılmayan ülkeler İsrail’e rağmen IMEC Projesi ile yola devam edecekler mi? Körfez için hangi projeyle ilerlemek daha mantıklı görünüyor?

 

Keskin: Arap Yarımadası ile Avrupa ticaretinde deniz yolu veya hava yolu mecburi tercih olarak karşımıza çıkıyor. Deniz yolu rotalarında yaşanan aksamalar ise büyük ticari riskler doğurabiliyor. Dolayısıyla bölge ülkeleri için demir yolu ve kara yolu alternatiften ziyade, stratejik bir zorunluluk. Bu sebeple her iki proje de bölge adına çok değerli. Ancak, Körfez ülkelerinin dahli Kalkınma Yolu’na güç katacak ama BAE ve Suudi Arabistan olmadan IMEC hayata geçemez. Ayrıca IMEC Projesi'ni, İran’ın pasifize edilmesi, Suudi Arabistan'ın Çin'den uzaklaştırması ve bölge ülkelerinin İsrail'le yakınlaştırılması girişimlerinin parçası olarak okuyabiliriz.

 

Şu bir gerçek ki, Kalkınma Yolu’nun başarısı, IMEC’i sekteye uğratabilir. Jeopolitik boyutuyla Kalkınma Yolu Projesi, Mısır, İsrail, Ürdün ve Suriye’nin etkisini azaltabilir. Fakat özünde söz konusu 2 proje birbirlerine engel değil. IMEC’in bir parçası olan BAE, Kalkınma Yolu’na da katılmak istiyor. Aslında Abu Dabi yönetiminin rasyonel olan her projenin içinde görebiliriz.

 

IMEC’in Arap Yarımadası’nı katederken demir yolu ve deniz yolu modları arasında aktarmalar içermesi, projenin ticari uygulanabilirliğini sorgulamaya açıyor. Kalkınma Yolu ise Basra Körfezi’nden Avrupa’ya uzanan bir kara ve demir yolu anlamına geliyor ve en uygulanabilir rota konumunda. Kalkınma Yolu, Avrupa ile ulaşımı Hayfa Limanı ya da Süveyş Kanalı’na bağımlılıktan kurtarıp Arap Yarımadası’na eşsiz bir alternatif sunabilir. Üstelik bunu daha ucuz ve daha güvenli bir şekilde temin edebilecek olması projeyi bir adım öne geçiriyor.

06 Mayıs 2024 Pazartesi

ABD’lilerin ülkede konut fiyatlarında kısa vadede beklediği artış yüzde 5.1'e, kirada yüzde 9.7'ye yükseldi.


 

ABD Merkez Bankası (Fed) New York Şubesi, 2024 yılına ait Konut Anketi'nin sonuçlarını yayımladı.

 

Şubat ayında gerçekleştirilen, tüketicilerin konutla ilgili deneyimleri ve beklentileri hakkında bilgi sağlayan anketin sonuçlarına göre, hanehalkının bir yıl sonrası için konut fiyatlarında beklediği artış yüzde 5,1'e yükseldi.

 

Bu oran, 2022 yılında kaydedilen yüzde 7'lik rekor artış beklentisinin altında kalmasına rağmen, salgın öncesi ortalama olan yüzde 4,2'nin üzerinde gerçekleşti.

 

Geçen sene konut fiyatlarının bir yıl içinde yüzde 2,6 yükselmesi bekleniyordu. Uzun vadeli konut fiyatı artış beklentisi ise yıllık yüzde 2,7'ye geriledi.

 

Kira fiyatlarına dair artış beklentisi, gelecek yıl için 1,5 puan artarak yüzde 9,7'ye çıktı. Bu oran, kirada en yüksek ikinci artış beklentisi olarak kayıtlara geçti. Kira artışı beklentisi uzun vadede de yüzde 5'ten yüzde 5,1'e çıktı.

 

Hanehalkı konut kredisi faiz oranı beklentisi, bir yıl sonrası için yüzde 8,7'ye 3 yıl sonrası için yüzde 9,7'ye yükseldi.

 

Kiracıların ev sahibi olma beklentisi ise 4,3 puan azalarak yüzde 40,1'e geriledi.

06 Mayıs 2024 Pazartesi