Dünya üzerindeki insanların üçte ikisi su kıtlığından etkileniyor ve ciddi oranda insan, temiz su kaynaklarına ulaşamıyor. Yükselen enerji talebi ve su kaynaklarının hızla kirlenmesi, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki insanların temiz suya ulaşımını daha fazla etkiliyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Prof. Evelyn Wang ve öğrencilerinin geliştirdikleri güneş enerjisi ile çalışan su temizleme sistemi, temiz su talebi ile ilgili çok düşük maliyetli bir çözüm sunuyor.

YÜKSEK VERİMLİLİK

Sistem, güneş ışığının kendisinden başka herhangi bir güç kaynağı gerektirmeden çalışıyor. Kirlenmiş atık suları arıtmanın yanında tıbbi aletleri sterilize etmek için buhar üretebiliyor.

Geçmiş yıllarda da denenen güneş panelli su temizleme sistemlerinin kurulumu epey maliyetliydi. Bu yeni buluşa kıyasla kullanımları da yeterli verimlilikte değildi. Sıklıkla bakım isteyen bu sistemler, tuzlu suların temizlenmesi esnasında sorun çıkartıyordu. Prof. Wang ve ekibinin tasarladığı bir evin ihtiyacı olan suyu temizleyebilecek büyüklükteki sistem, sadece 4 dolara mal oluyor ve sistemde herhangi bir aksama yaşanmıyor.

FARKLI COĞRAFYALAR İÇİN FIRSAT

Wang, sistemin avantajlarını şöyle açıklıyor: “Sistem, atık su arıtımı için hem yüksek performans hem de aşırı koşullar altında dahi güvenilir çalışma sağlıyor. Ayrıca sistem gerçekten düşük maliyetli; neredeyse ev malzemeleri kullanıyoruz.”

Sistemin, gelişmekte olan ülkeler için gerçek bir fırsat olduğuna dikkat çeken Wang, “Sistemin tasarımının basitliği nedeniyle yakın vadede farklı coğrafya-larda etkin bir şekilde kullanımına başlandığını göreceğimizi düşünüyorum” diyor.

TIBBİ STERİLİZASYON İÇİN DE KULLANILACAK

Su şebekesinden uzak alanlarda kullanılması için tasarlanan sistem, kasırgalar, depremler gibi altyapılara zarar veren tüm afetlerin ardından da kullanılabilecek. Sistemin buharlaştırdığı saf suyun sıvı hale dönüşmeden buhar üretmek için de kullanılabilmesi, tıbbi sterilizasyon için de kullanılabileceği anlamına geliyor.

28 Şubat 2022 Pazartesi

Etiketler : Teknoloji

Yapay zeka teknolojileri için büyük önem taşıyan veri merkezlerinin, 2026 yılında Almanya'nın yıllık harcadığı enerjinin 2 katını tüketmesi bekleniyor.


Çağın en büyük teknolojilerinden biri olarak nitelendirilen yapay zeka, getirdiği yeniliklerle tüm sektörleri dönüştürmeye devam ediyor.

 

Yapay zeka teknolojilerinin kullanım alanlarının gelecekte daha genişleyeceği tahmin edilirken enerji tüketimi ise eleştiri konusu olmaya başladı.

 

Araştırmalar, yapay zekanın en önemli birimlerinden olan veri merkezlerinin enerji tüketimi konusunda gelecek yıllar için daha fazla sorun teşkil edeceğini gösteriyor.

 

New York Times'ta yer alan habere göre, ABD merkezli Dominion Energy adlı şirket, 15 yeni veri merkezi oluşturmayı planlıyor.

 

Wells Fargo analistlerine göre ise yapay zekada yaşanan büyük gelişmelerin ardından Amerika Birleşik Devletleri'ndeki elektrik talebinin 2030'a kadar yüzde 20 artması bekleniyor.

 

Analistlere göre, yapay zeka destekli teknolojiler için kullanılacak enerjinin çok büyük bir bölümü gelecek 10 yıl içinde doğal gaz kaynaklı karşılanacak.

 

VERİ MERKEZLERİNİN ENERJİ TÜKETİMİ ALMANYA'NIN İKİ KATI

 

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre de yapay zeka ve kripto para teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte veri merkezlerinin elektrik tüketiminin 2026 yılına kadar 2 katına çıkması öngörülüyor.

 

Buna göre, 2022 yılında 460 teravatsaat olan veri merkezlerinin enerji tüketiminin, 2026 yılında 1000 teravatsaate yükselmesi bekleniyor. Bu da veri merkezlerinin enerji tüketiminin Almanya'nın yıllık enerji tüketiminin (507 teravatsaat) 2 katı olacağı anlamına geliyor.

08 Mayıs 2024 Çarşamba

Gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelen teknolojik cihazları gün boyunca yoğun ve kontrolsüz şekilde kullanmak dijital bağımlılık tehlikesine yol açabiliyor.


Dijital bağımlılık ise oyun ve kumar oynama bozukluğu, sosyal medyanın ve akıllı telefonun aşırı kullanımı gibi bağımlılık yapıcı alt davranışlarla kendini gösteriyor.

 

Bu bağımlılık türü eğitim, kariyer ve özel hayatta sorumlulukları yerine getirmemeye, çok uzun kullanıma bağlı olarak sosyal ilişkilerin bozulmasına ve fizyolojik ya da psikolojik açıdan zarara neden olabiliyor.

 

Her yaşta teknolojinin problemli kullanımı söz konusuyken, birçok kişi bağımlı olduğunun farkına varmadan hayatını sürdürüyor.

 

BAĞIMLILIK BİR BEYİN HASTALIĞI

 

Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi ve Boğaziçi Üniversitesi Temel Eğitim Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Tolga Arıcak, yaptığı açıklamada, teknoloji bağımlılığının genel bir adlandırma olduğunu fakat bunun spesifik olarak hangi tür alanda bağımlı olunduğuna göre tanımlanması gerektiğini söyledi.

 

Dünya Sağlık Örgütüne göre bir şeye bağımlılık denilmesi için gereken 4 kritere değinen Prof. Dr. Arıcak, bunlardan birincisinin kişinin günlük yaşamın rutin akışı içerisinde sürekli zihninin o dijital mecradaki uğraşla dolu olması, ikincisinin kişinin kontrol etmek istese de bu dijital mecralardaki eylemlerini kontrol edemez hale gelmesi, üçüncüsünün yoğun kullanımın oluşturduğu problemlere rağmen bunları kontrol etmekte, denetlemekte zorluk çekmesi, son olarak da kişinin eğitim, kariyer ya da özel yaşamıyla ilgili işlev kaybına neden olması olarak sıraladı.

 

Prof. Dr. Arıcak, "Eğer bu dört koşul gerçekleşiyorsa dijital mecrada biz artık o kişiye o spesifik alan neyse, oyunsa, kumarsa, ya da sosyal medyaysa artık bağımlı diyoruz. Bağımlılık bir hastalık, bir beyin hastalığı. Bu nedenle bir şeyle normalin dışında, aşırı uğraşmaya biz bağımlılık demiyoruz ancak o dört koşul bir arada sağlanırsa biz onun bağımlılık olduğunu söyleyebiliyoruz." dedi.

 

Bağımlılıklar konusunda yaş grubunun belirleyici olduğunu belirten Arıcak, bunun önüne geçmek için çocukların ve gençlerin sosyal, sportif, sanatsal etkinliklere yönlendirilmesi, okullarda akademik ders dışındaki uğraşların yoğunluğunun arttırılması gerektiğini kaydetti.

 

Prof. Dr. Osman Tolga Arıcak, yetişkinlerle ilgili olarak da yine sosyal ilişkilerin koruyucu bir faktör olduğunu, yüz yüze arkadaş ilişkileri ve etkinliklerin önem arz ettiğini söyledi.

 

İnsanların birçok şeyi fark ettiğini ancak farkındalığın sorunun çözümü için yeterli olmadığını dile getiren Arıcak, şöyle konuştu:

 

"Bu aslında genel olarak toplumsal bir alışkanlık ve eğitim biçimiyle ilişkili. Çok erken yaştan itibaren spor yapmaya, sanatla ilgilenmeye, tiyatroya gitmeye, bir müzik aleti çalmaya başlamadıklarında, ailelerinde de bunu göremediklerinde maalesef bu tür alışkanlıklar yetişkinlik döneminde kolay gelişmiyor. Bu tür becerilerin, alışkanlıkların geliştiği ülkelere baktığımızda çok erken yaştan itibaren çocukların sosyal ve sanatsal faaliyetlere yönlendirildiklerini görüyoruz, ailenin de bir yaşam biçimi olarak bunu yaptığını görüyoruz. Çünkü çocuk nasıl bir ortamda ve nasıl bir toplumda gelişmişse, eğitilmişse yetişkinlikteki yaşantıları da o doğrultuda şekilleniyor. O yüzden ben bir bilgi ve bilinç eksikliğinden ziyade bir eğitim ve alışkanlık eksikliği olduğunu düşünüyorum."

 

Prof. Dr. Arıcak, ebeveynlerin çocuklar için model olduklarını unutmamaları gerektiğini vurguladı. Bunun çocuğun yetişmesindeki önemine değinen Arıcak, şöyle devam etti:

 

"Çocuklarının nasıl yetişmesini istiyorlarsa önce kendileri o şekilde olsunlar, en önemli şey o. Önce kendilerinin model olması. Erken yaşlardan söz ediyoruz ama ergenler için değil, ergenlikte iş işten geçmiş oluyor çoğunlukla. O yüzden mümkünse 9-10 yaşına kadar anne babaların evde teknoloji kullanımında kendilerinin model olması gerekiyor. Örneğin bir baba sosyal medyada çok fazla zaman geçiriyorsa bilsin ki büyük olasılıkla çocuğu da benzer davranışlarda bulunacak. Anne misafirliğe gittiğinde ya da dışarıya çıktığında çocuğunu susturmak için telefona ve tablete mahkum ediyorsa bilsin ki büyük olasılıkla ileride o tableti elinden alamayacak. Öncelikle sosyal ilişkiler, spor ve sanatsal faaliyetleri bir yaşam biçimi olarak evde de göstermesi gerekiyor."

 

ZATEN İÇİNDE OLDUĞUMUZ BİR DÜNYANIN NESİNE BAĞIMLIYIZ

 

Eğitimde kullanılan teknolojik imkanlara değinen Prof. Dr. Arıcak, "Okullarda gereksiz yere teknoloji kullanımı çok fazla. Ben anaokullarında akıllı tahta koyan okullar gördüm, anaokullarına bilgisayar koyan okullar gördüm. Teknoloji erken yaştan itibaren kullanılması, insanda daha fazla beceri yaratmıyor. Beynimiz bizim en büyük teknolojimiz. Erken yaştan itibaren beynimizi, elimizi, kullanabileceğimiz, becerilerimizi geliştirebileceğimiz programlar oluşturulmalı. Mümkün olduğunca dijital teknolojilerin en az olduğu bir eğitim programı oluşturulmalı. Önce beynimizi, elimizi kullanmayı öğrenirsek diğer teknolojileri kullanmayı öğrenmek çok daha kolay." ifadelerini kullandı.

 

Prof. Dr. Arıcak, 1-7 Mayıs Bilişim Haftasıyla ilgili olarak, "Yapay zekanın kullanılmaya başlamasıyla gelecekteki eğitim nasıl olacak? Metaverse eğer hayatımıza hakim olursa, çocuklarımız artık o dünyanın bir vatandaşı olursa orada eğitim nasıl olacak? Çünkü artık okulların duvarları yıkılıyor, artık üniversitelerin duvarları yıkılıyor. Her ne kadar böyle binalar olsa da aslında dünya çok farklı bir mecraya doğru gidiyor. Bu konuların artık araştırılmaya başlandığı, tartışıldığı bir noktadayız. Belki de ileride insanlar bağımlılık kavramını da artık normalleştirecekler. Çünkü 'Zaten içinde olduğumuz bir dünyanın nesine bağımlıyız' tarzında da bir dijital dönüşüm olacak diye tahmin ediyorum. O yüzden tartışılacak, konuşulacak çok şey var ama burada sosyal bilimcilere, eğitim bilimcilere çok iş düşüyor." değerlendirmesinde bulundu.

07 Mayıs 2024 Salı