tatil-sepeti

SALİH KESKİN


www.inovasyonuzmani.com

 

Teknolojinin insanlık tarihinde önemli etkiler oluşturduğu kesin: Hem olumlu hem de olumsuz anlamda…

 

Yakın gelecekte dünyamızın yönünü belirleyecek anahtar unsurlar olarak şu üç kavram öne çıkıyor: Dijitalizm, dekarbonizm ve reformizm.

 

Bu üçlünün oluşturduğu başlıklara yakından bakalım…

 

Teknolojinin yeni bir boyutu olan dijitalizm, iş dünyasının, kamu hizmetlerinin ve toplumun daha etkili ve verimli bir şekilde yönetilmesini amaçlarken, eğitimden sağlığa, ulaşımdan enerjiye kadar pek çok sektörde köklü değişimlere yol açıyor.

 

Mesela Estonya, dijital hükümet (e-hükümet) modelini başarılı bir şekilde uygulayan ilk ülke. e-devlet hizmetleri, e-oylama, dijital kimlik ve eğitimde dijital araçlar gibi alanlarda önemli adımlar attılar.

 

Yine Çin, dijital izleme ve kontrol sistemlerinde ‘sosyal puan’ uygulamalarını geliştirerek, günlük yaşamda ve toplum yönetiminde dijital yaklaşımlarda neredeyse bir devrim yaptı.

 

Singapur’un akıllı şehir uygulamalarında yaptığı yenilikleri de es geçmeyelim.

 

DEKARBONİZMDE HUMMALI ÇALIŞMALAR

 

Dijitalleşmede bunlar olurken, dekarbonizm konusunda da birçok ülke hummalı çalışmalara girişmiş durumda.

 

Dekarbonizm, her türlü insan faaliyetleriyle atmosfere salınan sera gazlarının karbondioksit cinsinden miktarının azaltılmasını amaçlıyor.

 

Bu konuda örneğin İsveç, fosil yakıt kullanımını azaltmak için toplu taşımayı teşvik ederken, sürdürülebilir kentsel planlama projelerini başarıyla yürütüyor.

 

Hindistan, büyük güneş enerjisi projelerinin yanı sıra orman restorasyonu ve yeşil altyapı projelerine de odaklanarak, diğer ülkelere tam bir örnek oluşturuyor.

 

İngiltere, ‘deniz üstü rüzgar enerjisi projeleriyle’ enerji üretimine yeni bir perspektif getirmiş durumda.

 

Ve tabii tüm bu süreçlere uyum sağlamaya çalışan ülkeler için de ‘reformizm’ devreye giriyor.

 

Mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasi yapıları radikal değil, evrimsel yolla geliştirmeyi amaçlayan reformizmin, geleceğin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayacağı kesin.

 

REFORMİZMDE ÖNE GEÇEN ÜLKELER

 

Malum, emeklilik sistemi her ülkeyi zorluyor. 

 

Fransa, emeklilik sistemini reforme etmek için kolları sıvayan ilk ülkelerden biri.

 

Yaptığı şey, farklı emeklilik modellerini tek bir entegre sistemde birleştirerek, daha adil ve sürdürülebilir reformları hayata geçirmeye çalışmak…

 

Aynı zamanda işgücü piyasasındaki esnekliği daha da artırmak için konuyu dijitalleşmeye adapte etmeyi hedefliyor.

 

Brezilya, vergi reformları çerçevesinde elektronik fatura ve vergi tahsilatı sistemi olan ‘Nota Fiscal Eletrônica’ veya kısaca NF-e’yi geliştirdi. Bu sistem, vergi tahsilatının daha etkin ve şeffaf bir şekilde yürütülmesini, gelir seviyesine göre vergi adaleti sağlamayı hedefliyor.

 

Brezilya hükümeti, bu tür dijital reformlar için kamu idareleri, vergi daireleri ve teknoloji şirketleri gibi çeşitli ortaklıklarla işbirliği yapıyor. 

 

‘Sürekli İnovasyon Merkezleri’ kuran Güney Kore, bürokrasinin azaltılması ve iş dünyasının daha rekabetçi hale gelmesi amacıyla reformlar yaparken, ‘Startup Işık Projesi’ adlı bir destek programıyla dijital teknolojilere yatırım yapanlara yüksek devlet destekleri sağlayarak teknoloji sektöründeki liderliğini sürdürmeyi amaçlıyor.

 

İsveç, eğitim, sağlık hizmetleri ve sosyal güvenlik gibi alanlarda kapsamlı reformlar gerçekleştirerek, sosyal refahını daha da artırmaya çalışıyor.

 

Sosyal dengeyi korumak ve zayıflığı önlemek amacıyla tasarlanan ve geniş kapsamlı bir emeklilik sistemine sahip olan İsveç’in, sosyal güvenlik sisteminin ana ekseni sıklıkla, yaşlıların daha fazla korunmasını amaçlıyor. 

 

Çin, sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için teknoloji, yapay zeka ve dijital ticaret alanlarındaki yatırımlarıyla reformist projelere hız veriyor.

 

Yeni altyapı projeleri, dijital ticaretten akıllı şehirlere kadar geniş bir yelpazede genişletilebilir şekilde endüstriyel kullanımı destekliyor. Ve ileri teknolojilere odaklanarak ülkenin dijital dönüşümünü toptan hızlandırmayı hedefliyor. 

 

Örneğin, Çin’de Alibaba ve Tencent gibi teknoloji devleri, büyük veriyi analiz ederek tüketimde ‘akıllı’ modele geçerken, müşteriye daha iyi hizmet sunmak için büyük veri teknolojilerinin gücünü kullanıyor. 

 

Sonuç olarak, yeni bir dünyanın inşası ve geleceğe dair en gerçekçi vizyonlar, dijitalizm, dekarbonizm ve reformizm gibi kilit konseptlerin birleşiminden doğuyor.

11 Eylül 2023 Pazartesi

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

Dijital dünyanın bir sonraki büyük sıçraması, kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşiyor. Bu ajanlar, klasik yapay zeka uygulamalarının aksine, insan müdahalesine gerek duymadan gelişebiliyor. Yani, insanın beslediği verilerle değil, otonom olarak öğrenme ve evrim geçirme kabiliyetine sahipler. Bu değişim, teknoloji, sağlık, finans gibi birçok sektörde büyük bir devrim yaratma potansiyeline sahip.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka nasıl çalışır?

 

Bu ajanların en önemli özelliği, beyin yapısına benzer şekilde öğrenebilmesi. Sinir ağları ve derin öğrenme algoritmaları, deneyimlerden ders çıkarma yetisi kazandırıyor. Ayrıca, takviye öğrenme adı verilen bir süreçle, ajanlar deneme-yanılma yöntemiyle performanslarını sürekli iyileştiriyor. Evrimsel algoritmalar da ajanların doğal seleksiyon gibi en verimli stratejileri zamanla seçmesine olanak tanıyor.

 

OTONOM YAPAY ZEKA İLE İNSAN İŞBİRLİĞİ

 

Bu yeni yapay zeka nesli, yalnızca görevleri yerine getirmekle kalmıyor; aynı zamanda insanlarla birlikte çalışarak, yeni çevrelere ve zorluklara uyum sağlayabiliyor. Bu ajanlar, veri analizi ve karar verme süreçlerinde insan girdisine daha az ihtiyaç duyarak işletmelere zaman ve kaynak tasarrufu sağlıyor.

 

Bu teknoloji sayesinde müşteri hizmetlerinde kullanılan chatbotlar da etkileşimler yoluyla kendilerini geliştirerek daha etkili ve verimli hale getirecek. Ayrıca, akıllı şehirler ve enerji yönetimi gibi alanlarda gerçek zamanlı veri analizlerine dayalı iyileştirmeler yapmaları mümkün hale geliyor.

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanları sayesinde müzik, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı alanlarda izleyici geri bildirimlerine göre evrilen eserler üretebilecek. Kişisel asistanlar ise kullanıcılarının tercihlerini öğrenerek, onları bir adım önceden tahmin edebilecek. Bu teknolojilerin bağımsız gelişme yetenekleri, sorumluluk ve etikle ilgili birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Otonom yapay zekanın yanlış kararları kimin sorumluluğunda olacak? Yapay zekanın edindiği önyargılar nasıl kontrol edilecek? Ayrıca, bu ajanların iş dünyasında insanları yerinden etme potansiyeli nasıl yönetilmeli?

 

Kendi kendine öğrenen yapay zeka ajanlarının insan zekasını belirli alanlarda aşma potansiyeli oldukça heyecan verici. Ancak, bu gelişimin insan değerleri ve toplumsal hedeflerle uyumlu ilerlemesi için denetim mekanizmalarının kurulması gerekiyor. Yapay zeka, her ne kadar bağımsız bir gelişim gösterebilse de geleceğin insan ve yapay zeka işbirliğinde şekilleneceği açık.

 

Bu yeni yapay zeka çağı, teknolojinin sınırlarını yeniden belirlerken, insan yaratıcılığı ile yapay zekanın hesaplama gücü arasındaki işbirliği, dijital dünyada büyük dönüşümlere neden olacak.


adnan.ertemel@gmail.com

21 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

Bilindiği üzere dünya genelinde kutlanan çok sayıda ‘gün’ bulunuyor. Bunların tümüne birden farkındalık günü diyoruz. 

 

Alenileştirilen niyet bu. Arka planı hakkında birçok şey söylenebilir elbette. Bunların en yaygın ve anlamlı olanı ‘Öğretmenler Günü’nden en anlamsızlardan biri olan ‘Dünya Pizza Günü’ne kadar yılın tüm günlerinin doldurulduğu bir ortamdayız. Buna muhalif olarak ‘Dünya Lahmacun Günü’ önerisi getirecek değiliz. Genel olarak; doktorlar günü gibi meslek günü, dünya barış günü gibi küresel günler, Noel gibi dini günler, Anzak Günü gibi tarihi anı günleri, Çocuk Hakları Günü gibi özel ilgi alanları ve Dünya Kanser Günü gibi sağlık günleri türünden farklı kategorileri bulunuyor. 

 

Dünyada bu alanda bir salgın aldı başını gidiyor. Farkındalık oluşturmadan öte iktisadi boyutu öne çıktığı için de ticari kuruluşlar bu durumu tetikleyip duruyor. Yani aslında işin suyu çıkmış durumda. Hakikaten 365 gün içinde boşu kalmadı, yeni bir gün icat edecek olsanız biriyle mutlaka çakışacaksınız. İyi niyetle yola çıkan ve hakikaten farkındalık oluşturmayı hedefleyenler de ticari yanının gücü karşısında pes etmiş durumda. Dünya Gülümseme Günü türünden iktisadi yanı olmayan birkaç masum günün dışında tümü bu çemberin içinde olmaya mahkûm maalesef.

 

*           *           *

 

Bu gidişatın psikolojik ve sosyolojik boyutunu, bunun oluşturduğu tehlikeleri kimsenin düşündüğü ve tedbir geliştirdiği yok. Herkes ticari boyutunun kurbanı olmuş durumda, zira sektörler çalışıyor. Her güne özel bir anlam yüklenmesi, bireyde oluşturduğu duygusal yük ve özellikle sosyal medya üzerinden sürekli bir şeyleri kutlamak, hatırlamak veya farkındalık oluşturmak zorunda kalmak, stres, tükenmişlik ve baskı hislerine yol açıyor. Başka bir taraftan özel günlerin fazla olması, bu günlerin değerini yitirmesine sebep oluyor. Çok fazla gün olduğunda, insanlar hangi günün gerçekten önemli olduğuna odaklanmakta zorlanıyorlar. 

 

Bu da insanların bu günlere karşı duyarsızlaşmasına neden oluyor. Bazı özel günler ise iyice ticari hale geldiğinden (Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi) özellikle maddi açıdan zorluklar yaşayanlar için kaygı ve stres biriktiriyor.

 

Batı kökenli günler ise küreselleşmenin artışı ile farklı kültürlere yayılarak bu toplumların yerel değerleri üzerinde baskın hale geliyor, kendi normlarını ve değerlerini daha zayıf topluluklara dayatarak küresel düzeyde hegemonya kuruyorlar. Bu da istenmedik bir durum olan kültürel çeşitliliğin azalmasıyla neticeleniyor.

 

*           *           *

 

Diğer husus ise sosyal medya platformlarının, günlerin kutlanmasını neredeyse zorunlu hale getirmesidir. Ritüeller, bir toplumun kolektif bilincini pekiştiren önemli unsurlar olsa da aşırı tekrarlandıklarında veya ticarileştiklerinde bu anlamı kaybetme riskini taşıyor. Böylece bu tür günler sıradanlaşarak sembolik anlamlarını bir ölçüde yitirmiyor. Sosyolojik açıdan ise yılın her gününün bir özel günle dolu olması, bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, tüketim alışkanlıklarını, kimlik ve aidiyet duygularını, hatta toplumsal normları ve kültürel dinamikleri doğrudan etkiliyor. 

 

Peki, negatifliğin daha çok olduğu bu durumda birey ve toplum olarak makuliyeti nasıl sağlarız? Bu işin tehlikelerinden nasıl korunuruz? Bu soruların kısa cevabı; kendimiz için en anlamlı ve değerli olan günleri tercih ederek bu günlere odaklanabilir, her günü kutlamak zorunda hissetmek yerine, gerçekten önemli bulduğumuz günlere katılım gösterme yolunu seçebiliriz. Bu doğrultuda tüketime dayalı kutlamalardan kaçınarak manevi, kişisel ve sade kutlamalara yönelmek gibi makul olanı tercih edebiliriz. Bir başka boyut ise küreselleşmenin etkisiyle özellikle Batı kaynaklı günlerin dünyanın her yerinde yaygınlaşması, yerel kültürlerin erozyona uğramasına sebep oluyor ve kültürel çeşitliliğe saygı duymak, yerel günleri ve ritüelleri korumak, kültürel mirasın devamlılığı açısından önemli tehdit oluşturuyor.

 

Şairin söylediği gibi yolun sonu görünmüyor. Bizde bir gün icat edelim mantığıyla karmaşa ve anlamsızlık iyice artıyor. Bu durum bireyin ve toplumun mücadele gücünü ise aşıyor, ticari döngünün esiri olup çıkıyoruz. Makuliyeti yakalamaktan başka çare de yok. 

21 Ekim 2024 Pazartesi