Ekonomik gelişme dinamik bir süreçtir; sürekli bir hareket ve yenilenme gerektirir. Bunu sağlayamadığınız noktada ekonomik tuzaklara takılırsınız. Tıpkı orta gelir tuzağında olduğu gibi.
Ülkelerin ekonomik gelişimlerinin her aşamasında hem o dönem itibariyle belli bir rekabet gücüne sahip oldukları sektörleri kendi içinde dönüştürmeleri hem de düşük teknolojili sektörlerden daha yüksek teknolojili sektörlere geçiş yapmaları beklenir. Öncelikle mevcut koşullarda rekabet gücüne sahip olduğunuz sektörlerin kendi içlerinde daha katma değerli ve yenilikçi hale gelmesi gerekir.
Zira belli bir gelişmişlik seviyesine ulaştıktan sonra sadece ucuz işgücü ve döviz kuru gibi rekabet gücünün geleneksel unsurları, ihracatı ve büyümeyi artırmak için yetersiz gelmeye başlar.
Çin bile artık eskiye kıyasla işgücü açısından ucuz değil. Daha rekabetçi bir sektörel yapı ile ekonomik gelişmesini hızlandırabilmek için daha nitelikli üretim yapmaya, ürün çeşitliliğini artırmaya ve küresel markalar ortaya çıkarmaya çalışıyor.
KATMA DEĞERLİ ALANLAR
Eğer sektör bazlı rekabet gücünü geleneksel rekabet araçlarıyla korumak bu kadar kolay ve ekonomik açıdan mantıklı olsaydı, İngiltere, ABD, Fransa ve İspanya gibi gelişmiş ülkeler Sanayi Devrimi’nin öncü sektörü olan tekstilde üretimi kendi sınırları içerisinde tutabilirlerdi. Ancak, öyle olmadı. Tekstil üretimi, maliyetlerin görece daha ucuz olduğu ülkelere ve bölgelere kaydı. Ama gelişmiş ülkeler, sektörün tasarım,
Ar-Ge ve pazarlama gibi daha katma değerli süreçleri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Küresel şirketleri ve başarılı iş modelleri ile sektörü katma değer anlamında domine etmeyi sürdürdüler.
Günün sonunda tek veya birkaç sektöre bağlı kalarak da kalıcı başarı sağlamak mümkün değil. Teknoloji ve sofistikasyon açısından kalkınma ağacının daha üst dallarında bulunan sektörlere geçiş yapmanız gerekir. Tekstilden elektroniğe, otomotivden havacılık ve savunma sanayine, gıdadan biyoteknolojiye doğru… Sektörler arasında bu geçişleri sağlayamadığınızda da ekonomik ilerlemeniz yeterince hızlı ve sağlam gerçekleşemez.
KAYBEDENLER VE KAZANANLAR
Kaynaklarınızı daha düşük teknoloji/sofistikasyon düzeyine sahip bir sektörden daha yüksek olanına kaydırırken hem şirketler hem de çalışanlar açısından sürecin kaybedenleri ve kazananları olması kaçınılmazdır. Ekonomik refah artışını daha kapsayıcı kılmak ve böylece dönüşüm süreçlerinin önünü tıkayabilecek baskıları hafifletmek için dönüşümün olası kaybedenlerini kendileri açısından daha iyi bir geleceğe hazırlamanız gerekiyor. Bu da devlet mekanizmasının üzerine düşen bir vazifedir.
Çalışanlar açısından baktığımızda, bu süreç onlara yeni yetenekler kazandırarak yükselen sektörlerde yeni iş fırsatları yakalamalarını sağlamak anlamına gelir. Şirketler için ise onları kendi sektörlerinin daha katma değerli alanlarına geçmeye veya ilgili sektörlerdeki yeni yatırım fırsatlarına yönelmeye teşvik etmeyi gerektirir.
Geçmişte ABD ve bazı Avrupa ülkeleri bu gerçekleri yeterince önemseyip gerekli aksiyonları almadıkları için son yıllarda bir yandan ekonomik verimlilikte kronik bir durgunluk yaşarken, diğer yandan gelir eşitsizliği nedeniyle toplumlarında sosyo-ekonomik ve siyasi baskılar artıyor. Türkiye’nin bu gibi hatalardan ve tecrübelerden dersler çıkarması gerekir. Sektörel dönüşümler meselesinin Türkiye’ye dönük kısımlarına fırsat bulursak bir sonraki yazıda değinelim.