Prof. Dr. Kerem Alkin

Önce ‘Covid-19’ salgınının dünya ekonomisi, küresel ticaret ve uluslararası finans piyasaları üzerindeki olumsuz etkilerinin, sonrasında ise bu olumsuz etkilerin nasıl bertaraf edileceğinin ağırlıklı olarak konuşulduğu bir gündemde, ‘geleceğin dünyası’na yeterince odaklanamıyor olabiliriz. Bununla birlikte küresel iklim değişikliği ve sıcaklık artışı, çevre kirliliği, ‘sürdürülemez’ durumdaki yer altı ve yer üstü kaynakları kullanımı mevcut haliyle devam eder ise çok değil, 10 yıl sonra, 2030’da bizi çok ağır yaşam koşullarının beklediğini bilmemiz gerekiyor.

ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ

Bu nedenle, tarımda, imalat sanayinde, inşaat, enerji ve hizmetler sektöründe ‘sıfır atık’, ‘temiz ve yeşil üretim’, ‘sürdürülebilir ve yeşil büyüme’ kavramlarına tam anlamıyla odaklanmış, ilk aşaması önümüzdeki 10 yılı; daha kapsamlı aşaması ise önümüzdeki 25 yılı kapsayacak bir dönem bizi bekliyor. Bu süreçte, ülkeler ve şirketler için ‘yeşil teknoloji’yi, ‘akıllı üretim’ ve ‘akıllı yaşam’ teknolojilerini kendine saklamak, bundan ‘bencilce’ menfaat elde etmek giderek zorlaşacak. Çünkü, hızla ‘zehirlenen’ dünyanın sebep olduğu tehditler o kadar hızlı bir küresel etkiye sebep olacak ki, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki teknoloji düzeyi ‘adaletsizliği’, ‘ekolojik dengesizlik’ gelip gelişmiş ülkeleri de vuracak.

Bu nedenle, ‘Covid-19’un sebep olduğu küresel çaptaki uyarı sonrasında, uluslararası iş dünyasını toplum ve ekonomi yararına ‘köklü’ bir dönüşüm süreci bekliyor. ‘Tam şeffaflık’a, ‘daha yüksek standart’lara, ‘daha ilerici, inovatif teknoloji geliştirme’ye ve ‘bilgiyi ve veriyi daha paylaşımcı’ bir uluslararası iş dünyası inşa etmek üzere yoğun bir işbirliği süreci, hali hazırda pek çok uluslararası kurum ve şirketin çoktan birinci öncelikli gündemi olmuş durumda. Günümüzde yekpare bir üretim anlayışını dünyaya empoze etmenin mümkün olmadığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

YENİ NESİL MİLLİ EKONOMİ

Türkiye, ‘dijitalleşme ve bilgi gücü’, ‘savunma ve güvenlik’ ve ‘enerji’ alanlarında kendi kendine yetebilen bir ülke olmanın gerektirdiği ‘yerli-milli’ donanım ve yazılım teknolojileri, yatırımları adına son 10 yıldır ‘tarihi’ başarılara imza atıyor. Türkiye, bu yönüyle, ‘yeşil ve sürdürülebilir büyüme’ için gerekli olan ‘yeşil teknolojsi’ni, ‘akıllı üretim ve akıllı yaşam’ için gerekli olan ‘akıllı teknolojiler’i, tarım, sanayi, inşaat, enerji, ulaştırma, lojistik, finansal hizmetler gibi stratejik alanlara hızla adapte edebilecek; bu konuda dünyaya yüksek katma değerli teknoloji ihraç edebilecek büyük bir potansiyelin üzerinde duruyor.

Yeni nesil eğitim süreçleri, yeni nesil finansman yöntemleri ve yeni nesil inovasyon ekosistemi ile sürdürülebilir insan kıymetleri, sürdürülebilir yatırım ortamı ile küresel sistemin en cazip ‘üretim merkezi’ olabiliriz. İşte, o zaman ‘yeni nesil milli ekonomi’nin inşasının pozitif sonuçları toplumun her kesimine yansıyacak.

‘BELİRSİZLİK ÇAĞI’NDA EKONOMİ YÖNETİMİ

‘Soğuk Savaş’ döneminin kendine özgü kurgusunda, hesapta ‘Batı’ ile ‘Doğu’ Bloku arasında 3. bir ‘Dünya Savaşı’ çıkacağına dair tevatür, iddia ve senaryolar havada uçuşsa da, esasen ‘İki Kutuplu Dünya’ modelinde her şey daha ‘belirgin’di. 1990’larla birlikte ‘Berlin Duvarı’ ve ‘Doğu Bloku’ yıkıldıktan sonra ABD’nin güdümündeki ‘Tek Kutuplu Dünya’da sanki her şey ‘daha da belirgin’ olacak zannedilirken, uluslararası terör ve suç örgütlerinin güçlerini katlamasıyla bu illegal örgütler üzerinden yürütülen ‘vesayet savaşları’nın tüm dünyayı ateşe vermesiyle kendimizi ‘asimetrik tehditler ve belirsizlikler’ dönemi içerisinde bulduk.

Ülkelerin ekonomi yönetimlerinin bütünü, önde gelen merkez bankaları, bu derinleşen ‘belirsizlik çağı’nı ‘ortodoks’, yani klasikleşmiş, ezberlenmiş, rutinleşmiş ekonomik yaklaşımlarla atlatamayacaklarının, çözüm üretemeyeceklerinin farkında. Bu dönem ‘heterodoks’, ‘alışılmışın ötesine geçecek’ tedbirlerin, politika araçlarının, stratejilerin uygulanması gereken bir dönem. Bu nedenle merkez bankaları her türlü imkanı, yaklaşımı seferber etmiş durumda. Bu küresel tablonun bütününün Türkiye için de geçerli olduğu gerçeğinden hareketle, ‘ortodoks’, ‘ezberlenmiş’ çözüm, metot ve yaklaşımların artık terk edilmesi gerektiğini savunuyoruz.

Ekonomi yönetiminin büyüme, istihdam, ihracat, fiyat istikrarı ve finansal istikrara yönelik her türlü para ve maliye politikası aracını, her türlü ‘direkt kontrol politikası’ aracını ‘akümüle’ ettiği bir süreçte, ‘belirsizlik çağı’nı görmezden gelerek eleştirmek yerine, ‘heterodoks’, alışılmışın dışında çözümlere odaklanmamız gereken bir dönemdeyiz. ‘Kurumların itibarı’ değil, esas biz ‘iktisatçıların itibarı’ tehlikede.

18 Eylül 2020 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı