Hüseyin Öztürk
İnsan belli bir yaşa geldikten ve bir yığın olay yaşadıktan sonra ‘gırtlağın dokuz boğum olduğunu’ öğreniyor ama öğreninceye kadar da ruhen ve bedenen bedeller ödüyor.
İnsan, adına tecrübe denilen bilgilerin, görgülerin, izlenimlerin, araştırmaların neticesinde kesin kabuller veya kesin retlerden kaçıyor, daha dikkatli davranıyor.
“Aklın sermayesi dürüstlüktür” denilir. Günümüzde bu sermaye, ünlü sözümüzdeki “Ekmek aslanın ağzında” denildiği gibi tabiri caizse “Dürüstlük günümüzde aslanın ağzında!”
İnsanoğlu yaratılışının gereği büyük ölçüde sevmediği şeylerle, sempatilerinin ve muhasebesini gereksiz gördüğü menfaatlerinin güdümünde yürür denilir.
İnsanoğlunun antipatilerinin, sempatilerinin ve muhasebesini gereksiz gördüğü hal ve hareketlerinin neticesinde beyninde çeşitli gümrük kapıları oluşturur ve bu gümrük duvarlarını bir türlü aşamaz.
***
EN RAHAT HARCANAN PARA
Dünyada en rahat harcanan para, kolay paradır. İsrafa ve nemelazımcılığa giden yolun en hızlısı ve dertsizidir. Kolay para, sorumsuz tüketimin kapısını ardına kadar aralayan güçtür.
Dedik ya, “İnsan belli bir yaşa gelince, gırtlağın dokuz boğum olduğunu öğreniyor” diye. Kolay para deyip duruyoruz da neyi kastediyoruz?
Şunu kastediyoruz: “İçinde kişinin bizzat emeği olmayan, zihni ve bedeni olarak katkı vermediği paradır.”
Bu sebeple ahi teşkilatlarımız bütün yaptıkları ve yapacakları işlerde öncelikle alın teri ve helal kazancı esas saymışlar, bu yolu tercih etmeyenlere de yaptırımlar uygulamışlar.
Böyle yazılar, insanın kafasında oluşturduğu gümrük duvarlarının aşılmasını zorlaştırır. Bu sebeple anlaşılması için hikâyelere başvurulur, biz de onu tercih edelim.
***
EHLİ ARİF TİCARET ERBABI
Evlilik yaşına gelmiş bir genç arzusunu babasına iletir. Babası da, “Evladım pek memnun oldum, yalnız alın terinle kazandığın bir altın getir, hemen dünür gidelim” der.
Oğul bu cevaba pek sevinir ve ertesi gün bir altını getirip babasına verir. Baba altını alır ve akarsuya atar ama çocuk hiç umursamaz ve “Tamam değil mi baba” der.
Babası, “Hayır, tamam değil, alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altın getir dedim sen bir yerden altın bulup getirdin” cevabını verir.
Delikanlı babasının bu tavrına şaşırır. Bu sefer annesinden bir altın alarak yine babasına getirip verir. Babası yine altını alır ve aynı suya atar. Delikanlı haliyle itiraz eder, “Baba bir altın istiyorsun getiriyorum ama hep suya atıyorsun” der.
Babanın cevabı aynıdır. “Bu altını da sen kazanmamışsın evladım” der. Delikanlı nereden ve kimden altın bulup gelse babasının hep aynı şeyi yapacağını anlar ve en iyisi bir iş bulup, kendi parasını kazanıp, kazancıyla bir altın almaya karar verir.
Öyle yapar. Aradan bir yıl geçtikten sonra kendi kazandığı altını babasının avucuna bırakır. Baba yine aynı hareketi yapacaktır, altını tam suya atacağı sırada, delikanlı can havliyle babasının koluna yapışır ve büyük bir endişeyle bağırır:
“Baba ne yapıyorsun! O altını suya atamazsın. Onu kazanmak için gece gündüz çalıştım, alın teri döktüm, uykusuz kaldım, ağrılar çektim” deyince baba gülümser ve:
“Şimdi oldu evlat! Bak nasıl da kendi kazandığına sahip çıkıyorsun. Unutma! Alın teri olmayan parayı harcamak kolaydır. Şimdi evlenebilirsin. Evini, emeğini, koruyabilir, sahip çıkabilirsin. Evlilik, ev olmak, bedel ister, emek ister, fedakârlık ister.”
Evet efendim! Eskiler, “Arif olana sözün fazlası yüktür” derler. Ticaret erbabımız ehli ariftir. Eli taşı altında olan her tacirimiz; paranın, emeğin, bedelin ne olduğunu bilir.