Hedef, Türkiye’nin ‘cazibesi’ni artırmak

Giriş: 14.09.2015 - 00:00
Güncelleme: 17.12.2024 - 22:35

Geçtiğimiz hafta konuk olduğum Türkiye’nin önde gelen sektörlerinden birisinde ciddi deneyimi olan bir büyüğümüz, yurtiçi piyasalarda döviz kurlarının önümüzdeki döneme yönelik seyriyle ilgili soru sordu. Önce ABD Merkez Bankası’nın Eylül’de ne yapabileceğine dair olasılıklarla sözüme başladım. “Hoca, sen iç ve dış tüm olasılıklara dair görüş ve değerlendirmeleri ortaya koyarak bir analiz yapacaksın. Ama konuya ticaret gözüyle bakamıyorsun” diyerek beni uyardı. Kendisinin gözünden, Türkiye uluslararası alanda cazip ve yatırım yapılması gereken bir ‘varlık’ olma özelliğini sürdürüyor ise FED’in ne yapıp ne yapmayacağı geçici meseleydi. Kalıcı olan, günün koşullarına göre Türkiye’nin cazibesini daim kılmak için Türkiye’nin algısını yeniden ‘formatlamak’tı. Böylece uluslararası yatırımcıların FED’in kararından etkilenmesi ancak kısa bir dönemi içerebilirdi.
Peki Türkiye’yi her daim cazip kılabilecek özellikler neler olabilir? Bir kere güçlü bir hukuki alt yapı; sık sık değişen, zihin karıştıran, yatırımcının yatırım kararını zora sokan sıklıkta mevzuat değişikliği değil. İkinci kritik husus, yerli ve yabancı yatırımcılar açısından bir ülkenin yatırım maliyetleri konusunda net ipucu ortaya koyabilmesi. Böylece yatırımın 5 yıllık maliyet ve kâr projeksiyonu yapılabilir.

YATIRIMCILARIN EN BÜYÜK BEKLENTİSİ ‘GÜVENLİK’

Üçüncü husus ise yatırımın ‘güvenliği’. Bu kavramın iki boyutu var. Birincisi, ‘güvenlik meselesi. İkincisi ise hukuki güvenlik. Yani, biz yerli ve yabancı yatırımcıya gerekli tüm yasal izinleri alması sonrasında, yatırımı tamamlaması ve üretime geçmesine yönelik olarak nasıl bir güvence veriyoruz; verebiliyor muyuz? Yoksa imar ve yatırım mevzuatını, pek çok alandaki yasal düzenlemeleri çok sık değiştirip, önceden almış olduğu izinleri de ‘müktesep’ kabul etmeyip, kendisine o yatırımı tamamlamasını sağlayacak ortamı ‘güvence’ altına almıyor muyuz? Bu üçüncü husus, elbette ki, Türkiye’nin yeni anayasası için yatırımları gözeten, özel sektöre farklı ve onun hayatını kolaylaştırıcı bir perspektiften bakan bir ‘ekonomik anayasa’yı ve bu yeni bakış açısını özümsemiş, ciddi bir zihinsel değişimi gerçekleştirmiş bir bürokrasiyi gerektirir.

Yakın dönemden bir örnek vermek gerekir ise ‘nükleer’ konusunda varılan anlaşma sonrası İran’a uygulanan uluslararası yaptırımların sona ermesinin ardından, dünyanın önde gelen otomotiv firmaları İran’a yönelik ilgilerini yoğunlaştırmış durumdalar.

TÜRKİYE 2. ÇEYREKTE 3.8 BÜYÜDÜ

10 Eylül’de açıklanan 2. çeyrek büyüme için kişisel tahminim yüzde 3.9 ve hatta bir miktar üzerinde büyüme yönündeydi. Yurt içi piyasalar ve ekonomi çevrelerinin bir bölümünde, Türk ekonomisine yönelik olumsuz beklenti, haber ve yorumlara yönelik ‘algı seçiciliği’ öyle travmatik bir hal almış durumda ki, yabancı kurumların Türk ekonomisi ile ilgili ‘olumsuz’ büyüme tahminleri daha rağbette idi. Türk ekonomisinin ikinci çeyrek büyümesi için yüzde 3.9 büyüme tahminimizi daha Ağustos ayında paylaşmıştık. Türkiye her ne kadar zor günler geçirse dahi temel kuralımız ‘enseyi karartmamak olmamalı’. Bölgesel politik sorunlara ve küresel ekonomik sistemdeki sıkıntılara rağmen Türkiye ekonomisinin dinamiklerini azimle büyümeye devam etme çabasına şapkamızı da çıkarıyoruz.