Ayasofya, bütün boyutları ile yeniden dünya gündeminde. Bu ulu mabedle ilgili her şeyin kendi adına bir güçlüğü var. Dile kolay; 1483 yaşında, 916 yıl kilise, 482 yıl Camii Kebir ve 85 yıldır müze olarak kullanılan bir mabedden söz ediyoruz. Onu inşa etmek, döneminin en iyi mimarı ve ustaları olmayı gerektirdi. Onu fethetmek muazzam bir hazırlık ve cesaret gerektirdi. Camiye çevirmek ise gerçekten zorlu bir karardı. Yapı olarak onu güçlendirmek ve korumak büyük usta Mimar Sinan için gerçekten zordu. Sinan’ın köklü tahkimatı yapıyı payandalarla sağlama alması ve iki kalın minare ile dengelemesi günümüze taşıyan en önemli faktördü. Kültürel miras olarak bugünlere taşımak elbette güç oldu. Ve onunla ilgili siyasi iradeyi meydan okurcasına ortaya koymak bir lider için elbette zorun da ötesinde oldu. Zor kararları alabilen ve uygulayanlar liderliğini güçlendirmiş olurlar.
FETHİN SEMBOLÜ
Bu ülkenin lideri, büyük bir cesaret ortaya koyarak siyasi irade adına kararını verdi ve ulu mabed yeniden camiye çevrildi. Bizce bu durum yeni bir sürecin başlangıcı. Zira Ayasofya; tarihte de bugün de mabedden öte bir rol üstlendi. Tüm dünya müslümanları nezdinde heyecan yarattı. Özellikle Kudüs’te bu doruk noktada yaşandı ki, burası ilk kıblemizdir, kalbimizdir, mücadelenin ateşleyicisidir, adeta barometredir.
Bilindiği üzere Ayasofya, Osmanlı döneminde devlet protokolünde ilk sırayı alır. Ayasofya imamlığının seçkin bir konumu vardır. Ordu sefere çıkarken sefer duası burada yapılır. Asker cephede iken muzafferiyet duası Ayasofya’da olur. Nusret nasip olursa da şükür namazı ve duası bu ulu mabedde yapılır. Zira burası Hazreti Peygamberin müjdelediği Fethin sembolüdür ve bir mabedden ötedir.
İstanbul’da kültür yöneticiliğimiz esnasında Ayasofya ile çok yakından ilgilendik.Hem görevimiz hem de gönlümüz ve kalbimizin gereği olarak. Dolayısıyla mabedin en ince ayrıntılarına da vakıf hale geldik. Bu vukufiyette rahmetli Haluk Dursun Hoca’nın payı elbette çok büyük. Yaşasaydı, hepimiz bumabedle ilgili her şeyi kendisine soracaktık, zira en iyi bilenimiz o idi.
ABD Başkanı’na bile o anlatmıştı. Nice ülke liderleri ve onlar kadar önemli şahsiyetleri ağırlamıştı. Kültürel diplomasinin büyük pratiğini yapmıştı.
Ekip olarak bir gün gelecek, bu mabedin yeniden ibadete açılacağına adımız gibi inanıyorduk. Ama zamanlaması üzerine hiç müzakere yapmadık, konu dahi etmedik. Çünkü bu kararın sadece siyasi irade meselesi olduğunu biliyor ve inanıyorduk. Bize düşen; bu mabedin kültürel açıdan bir İslam külliyesi olduğu düşüncesini güçlendirecek adımlar atmaktı.
YENİDEN DİRİLİŞİN BAŞLANGICI
Bu stratejinin ilk adımı olarak; Ayasofya türbelerinin restorasyonunu bitirip ziyarete açmayı planladık. Zira burada beş Osmanlı padişahı yatıyordu. Mimar Sinan, en büyük ve güzel türbesini II. Selim için yapmıştı. Ana kapıdan girildiğinde sonradan müze yönetiminin ihtiyacına binaen yapılan gecekonduvari yapı yüzünden bu türbeler ziyaretçiler tarafından görünmüyordu. İlk olarak bu yapı yıkıldı ve türbeler görünür kılındı. Bu, külliye görünümü için ilk stratejik adımdı. Türbelerin ziyarete açılımını müteakip ilk Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde seçkin bir davetli grubuna türbelerin önünde iftar verildi ve hatimler okundu, dualar edildi.Maneviyat ve bereket yeşermeye başladı. Bundan sonra Ayasofya’nın sebil geleneği faaliyete geçirilerek ihya edildi. Osmanlı döneminde eklemlenen en önemli yapılardan biri olan ve külliyenin bir cüzü sayılan kuzeydoğudaki Ayasofya İmareti gündeme taşındı. İkinci önemli yapı Ayasofya’nın Fatih Medrese binası idi, 1934 yılında yıktırılmıştı. Medresenin yeniden yapılma işine uzun tartışmalar ve mücadeleler sonucu karar verildi. Bu adımların tümü Ayasofya’nın bir İslam külliyesi algısını pekiştirmeye yönelik idi. Nihayet tüm bu hazırlıklar anlam kazandı ve vakti saati gelince büyük karar verildi ve şükür olsun ki ilk cuma eda edildi. Dileğimiz; yeniden dirilişin başlangıcı olması.