Prof. Dr. Kerem Alkin
1980’li yıllarda, Sovyetler Birliği’nin ‘kaçınılmaz’ bir sona sürüklendiği yönündeki emareler ve tartışmaların alevlendiği dönemde, kapitalizmin ve ‘Atlantik İttifakı’nın ‘babalar’ı, kanaat önderleri, ellerindeki uluslararası medya imkanını etkin şekilde kullanarak, ‘globalizm’i pazarlamaya, dünya kamuoyuna pazarlamak üzere düğmeye bastılar. Temel argüman, dünya ticaretini serbestleştirmek ve uluslararası sermayenin önündeki duvarları kaldırmak suretiyle, uluslararası şirketlerin karlılığını katlamak ve kapitalizmin ‘baronları’nın ‘zenginlik’ seviyesinde daha üst bir lige taşımaktı.
Geride bırakılan 30 yıl, uluslararası ölçekte ‘özel imtiyazlar’a sahip elit bir yapının kendi göre ‘doğru’ları dayattığı ancak dünya vatandaşlarınca kabul görmemiş bir ‘küreselleşme’ anlayışının sebep olduğu pek çok travmanın dünyamızı belirsizlikler ve kaygılarla dolu bir geleceği sürüklediği ‘ağır’ bir gerçekle yüzleşmemiz oldu. Dünyanın pek çok noktasında insanı felaketleri tetiklemiş; ‘kural tanımaz’ finans baronlarının, silah endüstrisi baronlarının nemalandığı, amorf, kaygı verici düzeyde ‘asimetrik tehditler’i barındıran bir küresel ekonomi-politiğin içine düştük. Ve, bu tablonun baş tetikçiliğini de son 35 yıldır Washington’a çöreklenmiş bir ‘küreselciler’ grubu oynadı.
ABD’nin başkentinin karanlık dehlizlerini bir ahtapot gibi kavramış bu ‘tehlikeli’ yapı, bugün Amerikan vatandaşlarının geniş bir kesiminde yükselen isyanı ve reddedişliği de tetiklemiş durumda. Başkan Trump, tam da bu ‘damar’ı yalayarak Başkan oldu. Ve, ‘küreselciler’le savaşa girişti. Ve bu savaşın bedelini medya üzerinden ağır bir saldırıyla ve ABD Kongresi’ndeki ‘küreselci grup’un ‘azil’ tehditleriyle ödüyor. ‘Gelecek küreselcilerin değil, vatanseverlerin olacaktır’ sözünü BM Genel Kurulu’nda sarf etmesinden hemen sonra, Kongre’de azil süreci için düğmeye basıldı.
Bugün, küreselciler ‘1. Raund’u kaybetmiştir. Televizyon nasıl ki ‘Soğuk Savaş’ı bitirdiyse, küreselcilerin dünyaya dikte etmeye çalıştığı ‘amorf’ bir küreselleşme anlayışını da ‘internet’in gücü bitirdi. Ne ilginçtir ki, küreselcilerin ‘algı’ silahı olarak kullanışlı bir alan olarak gördükleri internet uzayı, tehlikeli planlarının da deşifre olmasına sebep olan alan oldu. Ama yenilgiyi kabullenmemek adına, dünyayı
kasıp kavurmayı göze aldıkları bir ‘delilik’ ile herkesi tehdit etmeyi sürdürüyorlar. Ancak, ‘vatanseverlik’ dokusunda yoğunlaşan bilinç yükseliyor ve tüm dünyayı kucaklayacak bir ‘küreselleşme’ anlayışı kabul görene kadar yenilmeye mahkumlar.
TCMB VE ABD’YLE İLİŞKİLER
Şimdi, başlığa bakıp, hemen ‘hoca, ne alakası var’ demeyin. İzah edeyim. Soğuk Savaş Dönemi ve 1990’lardaki ‘çözülme’ döneminde, ülkeler arasındaki politik ilişkiler, daha net bir ifade iken politik gerginlikler ülkenin iç ekonomik dengelerini bugünkü kadar etkilemezdi. Bu nedenle, merkez bankaları, ülke ekonomisinin iç dinamiklerinden kaynaklanan gelişme ve beklentilere bağlı olarak para politikasını belirlerdi. 2000’li yıllarla birlikte, Afganistan ve Irak operasyonlarıyla başlayan süreçte, pek çok küresel başlık, küresel ekonomi-politik gerginlikler ve ülkeler arasında karşılıklı yaptırımlara varan adımlar, bundan 30, hatta 20 yıl öncesine göre dahi ülke ekonomisini daha geniş ölçüde etkileyen başlıklara dönüştü.
Bu nedenle, günümüz dünyasında, Atlantik’ten Asya-Pasifik’e, tüm dünyayı ilgilendiren ekonomi-politik gerginliklerin tümü ülkelerin üretim, ihracat, istihdam ve büyüme performanslarını doğrudan etkileyen sonuçlara sebep teşkil etmekteler. Bu nedenle, ABD Merkez Bankası (FED) veya Avrupa Merkez Bankası (ECB) açısından ticaret savaşlarının, küresel mülteci sorununun, enerji arz güvenliğine yönelik tehditlerin ve her geçen yıl verdikleri zarar giderek katlanan büyük doğal afetlerin tümünün artık merkez bankalarının para politikası tercihleri üzerinde doğrudan veya dolaylı etkisi söz konusu. Bu başlıkların ülke ekonomisi üzerinde sebep olduğu sonuçları göz ardı eden her para politikası modellemesi ise başarısızlığa mahkumdur.
Bu nedenle, bilhassa ABD Başkanı Trump’ın kişisel inisiyatifi ve şahsi çabalarıyla, Türkiye-ABD ilişkilerinde son bir yılda gözlenen düzelme, iki ‘müttefik’ ve ‘stratejik ortak’ arasında şekillendirilen yeni bir gelecek ve bu pozitif adımların Türkiye açısından küresel çapta sebep olduğu olumlu algı ve bu olumlu algının Türkiye ekonomisine kademeli yansıması dikkate alındığında, TCMB’nin bir yıl önceki para politikası seti ile bugünkü para politikası setinin aynı olması gerektiğini savunmak ‘akla zarar’ bir yaklaşımdır. Bu yeni ve olumlu tabloyu yakından gözlemleyen TCMB de, elbette ki, Türk Lirası’nın kredibilitesine yönelik olarak ‘zorunlu karşılık oranı’ aracı başta olmak üzere, temel para politikası araçlarında önemli, anlamlı ve gerekli dokunuşlar yapacaktır. Önümüzdeki günlerde, bu gerekli adımları yenilerinin takip edeceğini, proaktif adımların süreceğini birlikte göreceğiz.
04 Ekim 2019 Cuma