Türkiye’nin 1998 yılında toplam nüfusu 62.5 milyon iken ve yaklaşık 1 milyon mülteci topraklarımızda yaşarken, 34 milyar dolar değerinde tarımsal üretim gerçekleştiriyor; 2 milyar dolar civarındaki ürünü ihraç ediyor, 1 milyar dolar civarında da ithal ediyorduk. Toplamda 63.5 milyonluk nüfusu kişi başına 530 dolarlık bir tarımsal ürün arzıyla doyuruyorduk. 2005’de Türkiye’nin tarımsal üretimi 46.3 milyar dolara ulaştı; 69 milyon nüfusu ve 1.5 milyon mülteciyi kişi başına 630 dolarlık tarım arzı ile doyuruyorduk.
NÜFUS VE TURİST SAYISI ARTTI
Türkiye’ye gelen turist sayısı da 12 milyondan 24 milyona ulaşmıştı.
2010 ile 2015 arası Türkiye’nin tarımsal üretimi ortalama 67 milyar dolar düzeyinde bir çıtaya oturdu; kişi başına tarımsal ürün arzı ise 810 dolara. Ancak 2015 ile 2018 arası tarımsal üretimimiz 57 milyar dolara düşerken; esas kişi başına tarımsal ürün arzı 640 dolara geriledi.
2015 ile 2018 arası Türkiye’nin nüfusu 82 milyona, mülteci sayısı 4.8 milyona, Türkiye’ye gelen turist sayısı ise 46 milyona ulaştı. Bu tablonun tümü şuna işaret ediyor: Türkiye’de yaşayan insan sayısı 2023’e doğru 90 milyona doğru ilerlerken, gelen turist sayısı 60 milyonu geçecek gibi gözükürken, tarımsal üretimin de TL olarak 213.4 milyar TL’den 400 milyar TL’nin üstüne, dolar cinsinden ise 70 milyar doların üstüne çıkması gerekiyor.
ÜRETİM SEFERBERLİĞİ
Bunun anlamı, Türkiye’de kişi başına tarımsal ürün arzının 800 doların üzerine çıkmasının şart olduğu. Türkiye’nin tarımsal ürün ihracatı 25 milyar dolara doğru koşarken, hem tarım ihracatımızda iddiamızı sürdürüp hem de yıllıklandırılmış bazda ‘tarım-gıda enflasyonu’nu yüzde 2-4 bandında tutacak isek tarımsal üretimimizi ikiye katlamamız gerekir.
Bu nedenle, tarıma elverişli arazilerin korunması ve artırılması, tarımda kapalı sulama tekniklerine geçilmesi, verimliliği artıracak her türlü teknolojik ve dijital imkanın seferber edilmesi, ‘Sera A.Ş.’ projesi başta olmak üzere tarımsal üretime yeni bir üretim, paketleme, lojistik ve finansman modeli kazandıracak her türlü adım kritik önemde. ‘Tarımda üretim seferberliği’, bilhassa 2030 sonrası, küresel tarım ve su arz güvenliği açısından Türkiye’nin elini olağanüstü güçlendirecek.
TİCARET SAVAŞLARI ‘KIRMIZI’YA DAYANDI
Trump yönetiminin çok yönlü yürüttüğü ticaret savaşlarında, müzakereleri sert bir dille ve gerginliği tırmandırarak yönetmesi, Kanada ve Meksika başlıklarında ABD’nin beklediği tavizleri koparmasına imkan sağlamış olsa da aynı metodolojinin Çin ve AB kanadıyla yürütülen müzakerelerde aynı sonucu vermediği gözleniyor. Bu da, şu tehlikeyi beraberinde getiriyor: Trump yönetimi, Çin’e ve AB’ye karşı mutlaka istediği sonucu elde etmek için masada elini daha ne kadar sertleştirebilir? Uluslararası kurumlar ve son 40 yıllık süreci analiz etmiş akademisyenler, ticaret savaşlarında ilk kez dünya ekonomisine ve küresel ticarete ciddi zarar verebilecek düzeyde ‘kırmızı çizgi’ye dayanıldığına işaret ediyor.
ABD ile Çin arasında ticaret savaşını da daha da karmaşık hale getiren konu, müzakerenin sadece iki ülke arasında Çin lehine olan ticaret dengesizliğini gidermeyle sınırlı olmamasından kaynaklanıyor. Müzakerenin kritik önemdeki bir noktası, Çin’in para birimi olan yuanı serbest dalgalanmaya bırakmasına; yani, değer kazanmasına izin vermesine, bir diğer başlık olarak da Çin’in ABD devlet tahvillerine düzenli talep göstermesine dayanıyor. Oysa Çin Merkez Bankası’nın rezervlerinde mart ayı sonu itibariyle 10 milyar dolar daha ABD tahvili azalttığı açıklandı. 1980’lerde, ABD ile Japonya müzakereleri yürütürken, ABD temsilcisi Lighthizer’ın Japonya’nın önerilerinin yer aldığı kağıdı uçak yapıp, Japonlara geri uçurduğu rivayetleri yeniden hatırlanırken, Çin’in Japonya’nın hatasını tekrarlamayacağı konuşuluyor.
AB kanadında ise Merkel’in hem Çin’e hem de ABD’ye karşı birlik çağrısı bir cephede; Başkan Trump’ın ABD Merkez Bankası’na (Fed) faiz indirim çağrısı bir cephede, uluslararası ekonomi ve finans çevrelerince çok yönlü takip edilen bir ‘savaş’a tanık oluyoruz.
20 Mayıs 2019 Pazartesi