Ekonomi alanında doğru zannedilen yanlışlar vardır. Piyasalarda aslolan maliyet rekabetidir, fiyat rekabeti değildir. Bu nedenle, ekonomi yönetiminin yeni nesil yapısal reformlarının, orta vadede sonuç verecek şekilde, reel sektörün maliyetlerinin azaltılması, kârlılığının ve rekabetçiliğinin güçlendirilmesi yönünde şekillendirilmesi gerekir.
Bir başka anlamı karıştırılan konu ise ‘piyasa ekonomisi’. Bu kavramın temsil ettiği ‘serbestlik’, devletin, ekonomi yönetiminin reel sektör açısından kritik önemdeki ‘denetleyici’ ve ‘düzenleyici’ rolünü ortadan kaldırmaz. Tersine, tam bir rekabet ortamının oluşturulması adınadevletin düzenleyici ve denetleyici rolü günümüzde daha da kritik bir önem kazandı. Kaldı ki, Türkiye’de fiyat istikrarına yönelik çabalar, enflasyonla mücadele, zaman zaman ölçek ekonomisiyle ilgili sorunlar, sektörlerdeki kapasite dengesizlikleri ve arz-talep dengesizliğine yönelik ‘taşlaşmış’ yapısal sorunlardan kaynaklanıyor.
Kritik önemdeki sektörlerde, başta tarım ve gıda sektörü olmak üzere, ‘piyasa ekonomisi’ kavramının anlamına yönelik ciddi sıkıntılar gözleniyor ve ‘bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar’ şeklinde ifade edilebilecek demode bir anlayışa dayalı, ‘güya’ serbest piyasa düzeni, hakim durumun kötüye kullanılmasına dönüşmüş durumda. Kritik önemdeki sektörlerde ölçek ekonomisinin yakalanması, kapasite fazlasının önüne geçilmesi, eksik piyasa koşullarına sebep olan ‘hakim durumun kötüye kullanılması’na yönelik olarak, acilen devletin reel sektöre yönelik ‘denetleyici’ ve ‘düzenleyici’ otoritesinin güçlendirilmesi gerekir; ‘kadife eldiven içinde demir yumruk’ gibi.
Tarım ve gıdada arz-talep dengesine yönelik tanımlanmış verilere dayalı enflasyonun dizginlenmesini engelleyen alanlara yönelik detaylı çalışmalar yapılmalı.
Toptan ve perakende ticaretin denetimi, gözetimi ve rekabetçiliğinin güçlendirilmesine yönelik yeni düzenlemeler de gerekir. Bayram sonrası, yukarıda ifade ettiğimiz hususlara yönelik olarak, ekonomi yönetiminin hayli kapsamlı hamlelere başlayacağı anlaşılıyor.
Eksik piyasa koşullarının (oligopolistik) dayattığı fiyat anomalileri üzerinden dar alana sıkıştırılmış bir faiz-kur-enflasyon tartışması girdabının içindeyiz ve reel sektörün finansman maliyetlerini rahatlatacak adımları hızlandıramıyoruz. Bu kısır döngüden ekonomiyi kurtarmak, piyasaların da önünü açacaktır.
BALIK TUTMAK MI, BALIK VERMEK Mİ
2001 krizi sonrasında, Türkiye ekonomisinin yeniden yapılandırılmasında elde ettiğimiz başarı, küresel ekonomik sistemin tıkandığı süreçte, Türkiye’nin de bu tıkanmaya yönetmek adına kendi imkanlarını seferber etmesine büyük imkan sağladı. Türkiye’nin ortalama yaşam standardında sıçramaya oranla, hane halkı borcunun milli gelire oranı, dünyanın önde gelen pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomisindeki oranların hayli altında. Kamu mali disiplini konusundaki yapısal reformlar ve sürdürülebilir kamu gelir-harcama yönetimi, kamu borç stokunun milli gelire oranında da Türkiye’yi başarılı bir konuma taşıdı. Bu başarılara bağlı olarak, Türk Hazinesi’nin nakit yönetimi tarihinin en iyi noktasında. Bu kritik önemdeki imkanlardan yararlanarak, küresel sistemin sıkıştığı noktalarda, gerek 2008-2009 döneminde, gerekse de 2013’den bu yana, belirli aralıklarla yapısal reformların sağladığı hareket kabiliyetini, büyüme hikayemizi sürdürülebilir kılmak adına etkili kullandık.
Bununla birlikte, reel sektörü zor günlerinde desteklemek adına devreye aldığımız manevra alanı, reformların sağladığı imkanlar, uzun vadeye yaydırılarak, makro ekonomik dengeleri zorlayacak noktaya gelir ise söz konusu destekler ‘balık tutmayı öğretmek’ten, ‘balık vermek’e dönüşmeye başlar ki, bu tablo reel sektörü giderek daha sağlıksız, giderek suni teneffüsle ancak ayakta durabildiği bir noktaya getirir. Bu durum da sonun başlangıcı olur.
Bu nedenle, Kredi Garanti Fonu’nun reel sektörde sağladığı rahatlamayı, reel sektör güvenini artırıcı adımlarla taçlandırıp, reel sektörü bir an önce ‘balık tutma’ noktasına getirmemiz gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, 2006’dan bu yana küresel ölçekte yürütülen, Türk hane halkının tüketici güvenini zedeleyici algı operasyonlarına yönelik toplumsal farkındalığı güçlendirmektir.
TİCARİ İŞLEM HACMİNİ HIZLANDIRACAK TEDBİRLERE İHTİYAÇ VAR
Ekonominin kendi dinamiklerini canlı tutarak, paranın dolanım hızının hızlanmasını sağlayarak pazarda nakdin dönmesini sağlamak, yeni ‘destekleme fonları’ oluşturmaktan çok daha etkili sonuçlar verecek. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Cemil Ertem’in tespitlerine bu manada katılıyorum. Türkiye ekonomisinde nakit yönetimi ve ticari işlem hacminin hızlandırılmasına yönelik açılımlara, tedbirlere ihtiyacımız var. Burada, Türkiye’nin holdinglerinden, büyük işletmelerinden KOBİ’lere ve esnafa doğru nakit akımı ve ticari işlem hacminin yoğunlaştırılması adına önemli görevler düşüyor. Sürdürülebilir yüksek büyüme her şeyin ilacı. Ekonomi yönetiminin adımları canlanmaya muhakkak katkı sağlayacak.
04 Eylül 2017 Pazartesi