Döviz kurlarındaki dalgalanmanın en önemli gerekçesini, Türkiye ve gelişmekte olan ekonomilerle ilgili belirsizlikler oluşturmakta. Belirsizlikler her ülke için farklı dinamiklerde kendisini gösteriyor. Bazı ülkelerde, Güney Afrika örneğinde olduğu gibi, güvenilen bir maliye bakanının görevden alınması ülkenin para birimine değer kaybettirirken, Brezilya ve Arjantin’de siyasi başarısızlık, kötü yönetim ve yolsuzluk söylentileri söz konusu ülkelerin para birimini olumsuz etkilemekte. Rusya, bu girdabı kendi başına sarmış en çarpıcı ülke. Ukrayna operasyonu ve Suriye konuşlandırmasından kaynaklanan gerginlikler, Batı ambargosu ve küresel petrol fiyatları çöküşü ile birleşince, dolar-ruble kurunun 90 Ruble’yi bile bulabileceği konuşuluyor.
Yani, 5-6 yıl öncesine kadar, küresel yatırımcılar açısından, yeni cazip yatırım alanları, büyüme potansiyeli, yükselen ekonomiler olmaları nedeniyle, çekim gücü sahibi pek çok önde gelen gelişmekte olan ekonomi, kırılganlıklarının artmasını önleyemedikleri bir periyodun içinden kurtulamadan, üstüne gelen FED şokuyla tam anlamıyla dağıldılar.
ALGIMIZI GÜÇLENDİRECEK BİR STRATEJİ OLUŞTURMALIYIZ
Bugün itibariyle, içine sokulduğumuz çanağın bir ‘kara delik’ gibi bizi içine çekmesini engellemek adına, bu ülkelerle hiç bir benzer dinamiğimiz olmadığını net bir şekilde ortaya koyacağımız bir ‘karşı atak’ stratejimiz olmalı. Son 5-6 yıllık dönemde, Latin Amerika’nın başat ülkeleri, Güney Afrika, Rusya, ekonomi-politik düzlemde birçok kayıp yaşadılar. Kamu mali disiplinleri zarar gördü, bütçe açıkları büyüdü, borçlanmaları aşırı arttı, büyüme momentumunu kaybettiler, hiçbiri ‘mega’ yatırım projesi yapamayacak hale geldi ve yolsuzluklarla ilgili iddialar tırmandı.
Türkiye ise aynı dönemi, büyümesini söz konusu ülkelerin ortalama büyümesinden iki kat daha yüksek düzeyde tutarak, kamu mali disiplininden taviz vermeden ve dünyanın gıptayla baktığı pek çok ‘mega’ yatırım projesine ardı ardına start vererek geçirdi. İlginçtir Türkiye, döviz akımı, uluslararası sermaye akımı ve makro ekonomik nakit yönetimi açısından, belki de Cumhuriyet tarihinin en iyi dönemlerinden birisinin içindeyken, siyasi kadrolara ve yönetişim algısına yönelik ‘vahşi’ ve hayli organize bir saldırı ile yukarıda sıraladığımız ülkelerden pozitif ayrışması gereken bir ülke iken söz konusu ülkelere yatırımdan soğuyan uluslararası sermayeye, ‘Türkiye’den de soğuman gerekiyor’ çalışmasının ortasında buldu kendini. Nasıl ki, son iki haftadır, Türkiye bu kirli siyasi oyunun bir parçası olan bir ‘siber saldırı’ ile karşı karşıya ve nasıl ki, bu siber saldırılara karşı kendi ‘karşı atak’ stratejimizi oluşturuyoruz; küresel algımıza yönelik saldırı için de yine ‘karşı atak’ stratejimizi oluşturmamız gerekmekte.
YURTİÇİ AKTÖRLERİN BAKIŞINI GÜÇLENDİRELİM
Türk halkının bankalardaki döviz mevduatı toplamı 2012’de 122 milyar dolar iken, yabancı yatırımcılar da aynı yıl Türkiye’ye 25 milyar dolar portföy yatırımı getirmiş ve Türk sermaye araçlarında pozisyon almıştı. 2010’da 14, 2011’de 15 milyar dolarlık net giriş, 2012’deki 25 milyar dolarla bir yükselme trendine ve ‘uluslararası güven’e işaret ediyordu.
2015’de ise yılbaşından 18 Aralık’a kadar çıkan net sermaye 15 milyar dolara ulaşmış durumda. Dolayısı ile döviz kurlarındaki artışın bir önemli nedeni de bu.
2010 ve 2011 yıllarında, sırasıyla 100 ve 101 milyar dolar düzeyinde, sabit seyreden Türklerin döviz mevduatı toplamı, 2012’de 121.7 milyar dolara, 2013’de 134 ve 2014’te de 143 milyar dolara yükseldi. Yani Türkiye’nin küresel algısını bozmaya yönelik operasyonun bir etkisi de Türk halkının dövize geçmesi oldu. Bu rakam, 2015’de 160 milyar dolar ile yeni bir Cumhuriyet tarihi rekoruna işaret ediyor. Yani aynı 2015’te yabancıların 15 milyar dolar, Türkiye’den çıkış amaçlı, yerlilerin de 15 milyar tasarruflarını kaydırmaları nedeniyle, fazladan bir 30 milyar dolarlık döviz talebi oluşmuş durumda. Bu tablonun dolar kurunu 3.07 TL’ye kadar getirmesine şaşmamak gerek. O halde 2016’da döviz talebini azaltacak bir ‘karşı atağa’, döviz kurlarındaki yükselişin devam edebileceğine dair endişeleri bertaraf edecek adımlara ihtiyaç var. Umarım, yeni yıl ile birlikte, yeni ekonomi yönetimi, bu adımları hızla hayata geçirir.
IMF 2016 İÇİN KARAMSAR
Handelsblatt’a bir demeç veren Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, küresel ekonomik büyümenin 2016’da hayal kırıklığı yaratacağını savundu. Birçok ülkede finans sektörünün hâlâ zayıflıklarla karşı karşıya olduğunu ve gelişmekte olan piyasalarda finansal riskler artmakta olduğunu hatırlatan Lagarde, bu tür başlıkların küresel büyümenin 2016’da hayal kırıklığı yaratacağına işaret ettiğini vurguluyor. Küresel ekonominin orta vadeli görünümünü zayıflatan faktörleri düşük verimlilik, yaşlanan nüfus ve küresel finansal krizin büyümeyi frenletmesi olarak sıralayan Lagarde, FED’in faiz artırımlarına başlaması ve Çin’de ekonomik büyümenin yavaşlamasının da küresel ekonomik belirsizliğe katkı yaptığına işaret etti.
EURO BÖLGESİ SORUNLU KREDİLERİ HALLETMELİ
Christine Lagarde, ABD para politikasının normalleşmeye başlamasını ve Çin’in yeni bir büyüme modeline geçmesini gerekli ve sağlıklı adımlar olarak tanımlıyor. Ancak bunların etkin ve mümkün olduğu kadar düzgün yapılmalarının gerekli olduğunu da belirtiyor. ABD ve muhtemelen İngiltere hariç gelişmiş ekonomilerin büyük bölümünün gevşek para politikalarını devam ettirmelerinin gerekeceğine işaret eden Lagarde, Euro Bölgesi’nin ise öncelikle sorunlu kredilerin üstesinden gelmesi gerektiğini savunuyor. IMF Başkanı, sorunlu kredilerin üstesinden gelinmesi halinde bankaların reel ekonomiye kredileri artırabileceklerini ve para politikasının etkinliğinin yükseleceğini vurguladı. Bu konuda ilk adımların da Avrupa bankacılığında atılması gerekiyor.
03 Ocak 2016 Pazar