Dr. İlhami Fındıkçı
İnsanı sıradan bir canlıya dönüştüren işgal, yaşanan küresel salgınla hızlanıyor. Amaç düşünmeyen, inanmayan, âşık olmayan, sadece hazlarının ve heveslerinin peşinde koşan ve sürekli tüketen bir birey... Amaç akıl, ahlak ve ruh bütünlüğü bozulmuş, kalbinden bihaber, bedeninden ibaret bir canlı… Kapitalizmin ezdiği insan, dijitalizmin işgali altında.
İnsana yönelik işgal, tarihin hiçbir döneminde bu düzeye ulaşmamıştı. Hazreti Âdem’in evlatlarından Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle başlayan mücadele, her dönemin şartlarına göre devam etti. Ve yaşlı dünyamız nelere sahne olmadı ki.
Aristo’nun öncülüğünü yaptığı akıl ve Eflatun’un öncülüğünü yaptığı ahlak merkezli toplum anlayışından uzaktayız. Bu iki yaklaşımı sentezleyen ikinci öğretmen Farabi’nin, ‘biz’ olmak için ‘ben’den vazgeçmeyi gerektiren ‘erdemli toplum’undan uzaktayız. Dante’nin İlahi Komedya’sında peşine düştüğü cennetten, Shakespeare’in Hamlet’inde arzu ettiği ahlaktan, Leyla ile Mecnun’un ilahi aşkından, Hazreti Mevlana’nın ‘gel’ sesinden de uzaktayız.
VAROLUŞUN MERKEZİ
İnsanı, insan olmaya davet eden tarihi birikimden, tabiatı okumaktan, olaylardan ders almaktan, kutsal kitaplardan ve belki de en önemlisi küçük bir âlem olan kendimizden uzaklaştık, hızla yabancılaşıyoruz. Mana ile savaşında yeni bir mevzi kazanan madde gibi ruhla mücadelesinde beden de yeni bir yaşam şekline hazırlanıyor. Kendini bilme yolculuğunun yavaşladığı, ölümün hayatın dışına çıkarıldığı bu yaşam biçiminde insan, hayatın anlamının peşine düşemeyecek.
Her şeyin ölçüsü haline getirdiğimiz akla rağmen varoluşun merkezi olan kalpten ve onun içinde taht kuran yaratıcıdan uzaklaştık. Zira insanın yegâne ihtiyacının üstünlük olduğunu savunan Adler gibi bu gücün iktidar olduğunu savunan Russel ve hayatın merkezinde mülkiyetin olmasını savunan Marx gibi hayatın merkezine libidoyu koyan Freud da haklı çıkmamıştır. Bunlar birey için lazım ama insan, bunlarla sınırlı değil. İbni Arabi’nin ifadesiyle insan, sahip olduğu sevgi gücünden dolayı insandır.
Eşiğinde bulunduğumuz yeni dönüşüm sürecinde; ulaşımdan eğitime, alt yapıdan hizmete, ekonomiden savunmaya, aileden toplumsal yaşam alışkanlıklarına kadar değişimin, yaşamın tüm alanlarında etkili olacağı açıktır. Dolayısıyla insana yönelik bedensel ve ruhsal işgal, hayli çetin ve zorlayıcı olacaktır.
DİJİTAL DEVRİM
Dünyanın hızla yerel ve toplumsal kültürler ile ulusal devletlerden tek devlete; herkesin herkesle aynı sanal maddi kültürü paylaşacağı tek dile; ulusların zenginliğini yok edecek tek para sistemine; toplumun yapı taşı olan aileyi, bireysel yaşama dönüştürecek tek cinsiyete ve insanların inanma ihtiyaçlarının kontrol edildiği tek dine doğru, dijital devrimle evrilmek istendiğini yeniden hatırlayalım.
Dijital iş hayatının, evden çalışmanın, dijital eğitimin, dünya vatandaşlığını sağlayacak dijital pasaportun hazırlıkları var. Yapay zekanın hâkim olduğu ve dev şirketlerin belirleyici olduğu bu yaşam dönemine Çin öncülük ediyor. İnsanların, bütün kişisel bilgilerini ve özelliklerini içeren dataya sahip dev teknoloji şirketlerinin, birçok ülkenin bütçelerini geçecek kadar büyümeleri ve devletleri etkileyecek güce ulaşmaları bunun göstergesidir.
Maddenin hükmettiği bu yeni düzende ahlakı ve iç kontrolü gelişmiş, iradesini kullanabilen insan yerine teknolojiye dayalı dış kontrol ve otorite ile idare edilen, ne isteniyorsa onu düşünen ve yapan tüketiciler arzu ediliyor.
Dünya imtihanının, her dönemde insanı farklı şekilde sınadığı bilinciyle şartlar ne olursa olsun kendi hakikatimizin peşinde olmak, varlığımızın anlamına daha güçlü biçimde sarılmak zorundayız. Sahip olduğumuz bilgiyi ve bu bilgiyi nasıl kullanacağımızı belirleyen evrensel ahlakı, bilimsel bilgiyi ve kadim bilgiyi, beden ve ruh gibi bir ve bütün tutmak zorundayız. Kişiliğimizi, ailemizi ve devletimizi daha güçlü kılacak aktif bir üretim içinde olarak hızlanan insan işgalinden daha az zararla çıkmak zorundayız.
10 Temmuz 2020 Cuma