8 Şubat Perşembe günü, 2017’nin aralık ayı sanayi üretim verisi açıklandıktan ve geçen yılın son çeyreğinde Türkiye ekonomisinde sanayinin, 2016’nın son çeyreğine göre yüzde 7.77’lik bir üretim artışı yakaladığının belli olmasından sonra, sanayi üretimi üzerinden yapılabilecek bir tahmin, 2017’nin son çeyreğini yüzde 8.4 ile 10.2 arası bir GSYH büyüme performansı ile kapatmış olabileceğimize işaret ediyor. Bu verinin gerçekleşmiş olanını TÜİK, 29 Mart’ta açıklayacak. 2017’nin son çeyreğinde GSYH büyümesinin yüzde 8.4 ile 10.2 arasında gerçekleşmiş olması ihtimalinden hareket ile 2017 için büyüme oranının yüzde 7.5 ile 8 arası olabileceğini dair tahminlerimiz şekillenmekte.
Bunun anlamı, 2017’nin bütününde, G-20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranını Türkiye’nin yakalamış olduğu anlamına geliyor. Üstelik de Kayseri başta olmak üzere, pek çok ilimizdeki iş dünyasını şantaj dahil, gerektiğinde en ahlaksız metotları da kullanarak, ‘himmet’ adı altına haraca bağlamış, illerin katma değerini sömürmüş bir FETÖ’nün hain darbe girişiminin Türkiye ekonomisine etkilerinin bertaraf edilmeye çalışıldığı; bir zamanlar müttefik bildiğimiz ülkelerin gözümüzün içine baka baka terör örgütlerini ağır silahlarla donattığı bir coğrafyada, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarını Türkiye’nin bekası için yürüttüğümüz bir dönemde. Bu nedenle, Çin ve Hindistan gibi ekonomilerin büyüme oranlarındaki performansı bir birim kabul edersek, Türkiye’nin bunca hainlikle, düşmanlık ve tuzakla etkin mücadele ettiği ve destan yazdığı bir dönemde, 2017’de yüzde 7.5-8 büyüme başarısı, en az 1.5 birimlik bir anlam ifade eder.
2017’yi Çin’in yüzde 6.8, Hindistan’ın 6.7 büyüme ile tamamladığının tahmin edildiği bir ortamda, Türkiye’nin bölgeselinde siyasi ve askeri boyutta mücadele verdiği bir ortamda, bu iki ekonomiye en az 0.7-0.8 puan fark atmış olmak her tür takdiri hak eder. Türk iş dünyasının üretim ve ihracat boyutunda verdiği mücadele, 2017’de ihracat hacminin 2014 rekorunu egale etmesi, önde gelen gelişmekte olan ekonomiler ortalama büyümesinin yüzde 4.7, gelişen Asya’nın yüzde 6.5 büyüdüğü; Latin Amerika’nın yüzde 1.3, Rusya’nın yüzde 1.8, Güney Afrika’nın 0.9, gelişmiş ekonomilerin yüzde 2.3 ancak büyüyebildiği; Suudi Arabistan’ın ise yüzde 0.7 küçüldüğü bir ortamda daha da anlamlı hale geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlik gücü ve siyasetteki kararlılığın sağladığı siyasi istikrar ve Türk reel sektörünün azmiyle, Kredi Garanti Fonu gibi makro ihtiyati çözümlerle yolumuza azimle devam ediyoruz. Bu kararlılık, 2019’da Türkiye’yi yeni ve güçlü bir geleceğe taşıyacak.
TÜRK HAZİNESİNİN ‘ZEYTİN DALI’ MİSYONU
Son 15 yılda, kamu maliyesi alanında elde edilmiş olan ve uluslararası düzeyde de alkışlanan mali disiplin başarısı, ‘ekonominin güvenliği-güvenliğin ekonomisi’ boyutunda, Türkiye’nin elini sahada güçlü kılan önemli sac ayaklarından birisini oluşturmakta.
Türk Hazinesi’nin kamu kaynaklarının etkin kullanımı ve kamu borcunun azaltılması yönündeki başarılı performansı, dünyanın önde gelen ekonomileri arasında en iyi konumda olmamızın yanı sıra, Türkiye’nin Gezi, 17-25 ve 15 Temmuz hain darbe girişiminin ekonomik ve siyasi etkilerini bertaraf etmekte gösterdiği hüneri de destekleyen bir imkan oluşturdu. Bu nedenle, Türkiye’nin ‘beka’ mücadelesi adına, kamu mali disiplininde elde edilmiş bu kritik önemdeki imkanı, sahada hareket kabiliyetimizi arttırmak adına devreye almış durumdayız.
Bu noktada, ‘güvenliğin ekonomisi’ adına, Türkiye’nin ‘yerli-milli’ savunma endüstrisinin sağladığı silah ve mühimmat kabiliyetiyle yürüttüğümüz güvenlik operasyonlarının da ötesinde, söz konusu mali kabiliyetimizi önümüzdeki 50 yılın pozisyonlanması adına da etkin kullanmayı sürdürmeliyiz.
Türkiye’nin stratejik öneme sahip kuruluşlarının ‘yerli-milli’ yazılım ve donanımlarla desteklenmesi, söz konusu stratejik önemdeki kuruluşlarımızın ‘yerli-milli’ denetim firmalarıyla denetlenmesi suretiyle, mahrem bilgilerin dışarıya sızmasının önlenmesi kritik bir konu. Kritik önemdeki bir başka risk ise söz konusu stratejik kuruluşlarımızın ‘halk arz’ yoluyla elde etmeyi düşünebilecekleri sermaye desteğinin, ilgili kuruluşların yönetimlerine yabancı unsurların dahil olmasına sebep olacağı gerçeği.
Bu nedenle, Türkiye bir ‘beka’ mücadelesi ortaya koyarken, ilgili kuruluşlarımızın sermaye ve yatırım ihtiyacının Hazinemiz tarafından ‘milli’ özkaynakla karşılanması, ‘Zeytin Dalı’ Harekatı’nın ekonomik bacağıdır.
19 Şubat 2018 Pazartesi