Ülke ekonomisi çok yönlü bir ilişkiler bütünü. Bir tarafta mal ve hizmet üretimini gerçekleştiren reel sektör arasındaki ilişkiler ve maliyetlerin yönetimi, bir tarafta reel sektör ile finansal sistem arasındaki ilişkiler ve finansal kaynakların yönetimi. Türkiye için gerekli olan ‘yeni büyüme modeli’ni, Türk sanayisinin yeniden yapılandırılmasını, reel sektör ile tüketici arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlandığı ikinci nesil reformları ve reel sektörün finansmanına yönelik yeni metotları sizlerle paylaşıyor ve tartışıyoruz. Bununla birlikte, ülke ekonomisinin sağlıklı işlemesi için gerekli olan altyapı da ‘ekonominin damarları’ da ihmal edilmemeli. Yani, enerji altyapısı, elektronik haberleşme alt yapısı ve finans sistemi alt yapısı. Türkiye’nin kalkınma ve büyümesinin, günlük hayatın devamlılığı adına, enerjinin, elektronik haberleşmenin ve finansal ödeme sisteminin sağlıklı çalışması, sürdürülebilir kılınması ve bilhassa ‘siber terör’ saldırılarına karşı korunması, ekonominin damarları açısından hayli önemli.
Bu nedenle, 15 yıldır, Cumhurbaşkanımız ve hükümetimizin gündeminde ekonomik sistem altyapısının güçlendirilmesine yönelik reformlar ve mega projeler bir öncelik olarak yer alıyor. Türkiye, finansal sistemin gözetimi, denetimi ve ekonomi aktörleri arasında finansal ödeme sistemlerinin sağlıklı bir şekilde işlemesinde başarı yakalamış durumda. Keza, enerji altyapısına yönelik olarak da, bilhassa enerji arz güvenliğine yönelik olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın son 1.5 yılda tarihi adımlar attığını birlikte izliyoruz. Bu noktada, gerek finansal ödeme sistemleri alt yapısı ve enerji altyapısı açısından, gerekse de Türkiye’nin küresel sistemle bağlantısı anlamında, elektronik haberleşme alt yapısına yönelik ikinci nesil reformlar ve projeler için Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı da yeni bir süreç başlatmış durumda.
İkinci nesil reformlar deyince de elektronik haberleşmenin maliyet ve vergilendirilmesinden, ulusal veri saklamaya, baz istasyon ve ulusal genişbant ağına kadar pek çok kritik konu var. Bireysel ve kurumsal elektronik haberleşme müşterisinin mobil hizmet alımında katlandığı maliyetin yüzde 48.23’ünün vergi yükü olması itibariyle Türkiye dünyada birinci. Bu oranın 111 ülke ortalaması yüzde 18.14. Tüketici de altyapı yatırımlarına kaynak aktarması gereken operatörler de ağır kamu kesintisi yükü ile karşı karşıya. Türkiye’nin küresel rekabetteki konumunu güçlendirmek ve 2018-2023 dönemi için bu hususları acilen gözden geçirmeliyiz.
VERGİ KONUSU KÜRESELLEŞİYOR
Ekonomi yönetimi, sonbahara yüklü bir ekonomi gündemi ile giriyor. Merkez Bankası’nın TL’nin maliyetinin düşürülmesine katkı sağlayacak adımları, enflasyondaki gerileme süreciyle hayli bağlantılı. Bu nedenle, geleneksel sektörlerden kaynaklanan enflasyonist baskıyı bir an önce azaltmaya başlayacak tedbirler önemli bir öncelik. Bunun yanı sıra, artan tüketici güveni ve reel kesim güven endeksindeki trend, reel sektöre yönelik ek mali destek tedbirleri almaktan çok, pazarda, çarşıda, piyasada çarkların daha hızlı dönmesini sağlamanın, paranın dolanım hızını artırmanın daha etkili olacağını gösteriyor. Bu nedenle, ekonomik güveni güçlendirmeyi sürdürerek, piyasadaki canlılığı daha da hızlandırmak önemli. Bunun yanı sıra, vergi alanında atılması hedeflenen adımlar, KDV sisteminin yeniden yapılandırılması ve işletmeler için bir finansman yükü olmaktan çıkarılması hayli önemli. Ayrıca, gelir ve kurumlar vergisi düzenlemelerinin birleştirilmesi de önemli bir adım.
Bu noktada, mali disiplinin sürdürülebilirliği açısından Maliye Bakanlığı’ndan yüklü vergi indirimleri beklemek hem zamanlama açısından hem de öncelikler açısından yanlış olacak. Türkiye’nin vergi sistemine yönelik önceliğinin ‘sistemin sadeleştirilmesi’ olması gerektiği yönündeki görüşümü paylaşmak isterim. Bununla birlikte, 2008 küresel krizinin 9 yıl sonrasında, küresel ekonomi ve ticaret üzerindeki etkileri hayli azalmışken, ülkelerin bir sonraki ekonomik sıçrama için vergi oranları üzerinden bir ‘rekabet alanı’ oluşturmak adına birbirlerini kolladıkları da göz ardı edilmemeli. Bilhassa kurumlar vergisi oranına yönelik arayışlar öne çıkıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin kurumlar vergisi oranını yüzde 20’den 15’e indirecek yeni bir adımı hemen üstü çizilecek bir adım olmamalı. Önümüzdeki dönem, Türkiye’nin üretim dostu bir vergi ve sosyal güvenlik sistemi oluşturması açısından kritik önemde.
Başkan Trump’ın çağrısı bu açıdan önemli. ABD’nin yüklü vergi sistemi nedeniyle merkezlerini ve üretim tesislerini ABD dışına çıkaran şirketleri tekrar ülkeye geri getirmek gerektiğini belirten Trump, yüzde 35’lik kurumlar vergisinin Çin, Fransa, Almanya, Japonya, İrlanda ve Kanada gibi birçok ülkeden yüksek olduğunu vurgulayarak, yüzde 15’e düşürülmesiyle istihdamın geri geleceğini ifade etti. ABD Kongresi’ni de partizanlığı bir kenara bırakıp, Amerikalıların ihtiyaç duyduğu 21. yüzyıl vergi reformu için göreve çağırdı. Mali disiplin başarımızı biz de etkili reformlarla taçlandıralım.
12 Eylül 2017 Salı