tatil-sepeti
Dr. İlhami FINDIKÇI

Dr. İlhami FINDIKÇI

Diğer Yazıları

Dr. İlhami Fındıkçı

“Yoksulluğun kendisine has özgürlüğü vardır, zenginlik ve lüksün ise tahribatı vardır.” Bu sözler, aydınlanma çağının önemli filozof ve yazarlarından Dennis Diderot’a (1713-1784) ait. Diderot, Fransa’da küçük bir kasabada yedi çocuklu, fakir bir ailenin evladı olarak papazlık eğitimi aldı. Dini inancı vardı ama papazlık yapmadı. Özel bir uğraşla Paris’te hukuk okudu ama avukatlık da yapmadı.

Düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı ve üretmeyi seviyordu. Felsefe alanındaki kitaplarının yanında yıllar süren ünlü ansiklopedisini yazdı. Ancak bir türlü fakirlikten kurtulamadı.

Avrupa’daki aydınlanma çabalarına öncülük eden yazar ve filozoflarla irtibat halinde olan Rus Çariçesi 2. Katerina, Diderot’u Rusya’ya davet eder. Çariçe, yazarın fakirlik içinde olduğunu görünce onun 25 yıllık emeği ile oluşan çalışmalarını ve kütüphanesini satın alır, sonra ona hediye eder. Bu konuda farklı görüşler olsa da ilk zamanlarda Rusya’ya hayranlık duyan Diderot ile Çariçe’nin araları, özgürlük anlayışlarındaki farklılık nedeniyle bozulur. Diderot, aldığı para ile borçlarını öder ve rahatça çalışmaya başlar. Bir gün dostlarından biri ona kadife bir sabahlık hediye eder (bazı görüşlere göre kendisi alır). Diderot, sabahlığını çok sever ama yeni sabahlığı ile eski çalışma masası arasında uyumsuzluk görür ve masasını değiştirir. Sonra halının masaya uygun olmadığını düşünür. Böylece halılar, koltuklar, duvarlardaki resimlere varıncaya kadar evindeki her şeyi yeniler ve parasını bitirir. Bu arada inançları zayıflar. Yeniden fakir düşen filozof, yaşadığı bu olaydan çok etkilenir ve bu konuda yazılar yazar.

TÜKETEN STANDART HAYAT

Diderot etkisi olarak psikoloji, sosyoloji ve iktisatta yer alan bu durum, günümüz insanının resmini yansıtır. Zira bugün insanın en önemli sorunu, tüketim alışkanlığındaki zaaftır.

İnsan, ihtiyacı olmayan bir nesneyi alıp hayatının bir parçası haline getirdiğinde bu nesne, kendine benzer yeni nesnelerin alımını teşvik eder. Böylece birey, kendisinin egemen olduğu, özgürce kararlarını verdiği bir davranış ve yaşam biçiminden kolayca yönetilen, yönlendirilen bir davranış ve yaşam biçimine geçmiş olur. Çünkü insan zihni, yaşamındaki olgu ve olaylarda bütünü yakalama eğilimindedir.

ÜRETEREK VAR OLMAK

Egemen güçlerin ve uluslararası markaların, insanın bu zaafından yararlanarak daha hızlı bir tüketim için her gün yeni yollara başvurduklarını biliyoruz. Öyle ki, hızlı tüketime yönelik sanal reklamlar, algı yanıltmaları gibi çeşitli yollarla bireylerin bilinçaltlarına kadar iniliyor. Böylece günümüz insanı üretmeyi unuttu, adeta bir tüketim makinasına dönüştü. İnsani değerler yıprandı, varlıkla etkileşim sınırlandı, daha da önemlisi, insanın kendisiyle barışı bozuldu. İhtiyacı olmadığı halde tüketmeye koşullanmış birey; hızlı yaşamın çarkları arasında insani değerlerini yitirmeye başladı, üreterek değil, tüketerek var olma derdine girdi.

Geleneksel yaşam biçiminde insanın eşya ile ilişkisi, ihtiyacı oranındadır. İhtiyaçtan ötesi uygun görülmemiştir. Bunun içindir ki, tasavvuf geleneğinde; az olan çok olana, yokluk varlığa, hayatın ötesi hayata, fakirlik zenginliğe, gece gündüze tercih edilir. Sıfır merkezli bir kişilik ve karakter oluşumu için ailede her türlü aşırılığın sergilenmemesi gereği bunun için önemlidir. Daha çok varlık edinmek ve tüketmek yoluyla hayatın anlamını arama yolculuğunun, bireyi bir yere götürmediği açıktır. Asıl olan, yokluk ve hiçlik üzerinden hayatın anlam arayışını sürdürmektir. Mana erlerinin sık sık çilehane hayatını tercih etmeleri de bundandır.

Diderot’un ifadesiyle; ‘eski sabahlığın efendisi olmaktan çıkıp yeni sabahlığın kölesi olmamak’ için hangi ekonomik düzeyde olursa olsun insanın; kendine yetecek ve yaşam tatminine ulaştıracak mütevazı bir hayat alışkanlığını edinmesi önemli ve gereklidir.

08 Mayıs 2020 Cuma