PROF. DR. KEREM ALKİN
‘Covid-19’ küresel virüs salgını ile tüm dünya küresel ölçekte adeta bir ‘savaş’ın içinden geçtiği bir süreç yaşıyor. Bu nedenle, ‘tuzu kuru’ bir grup ekonomistin dünya sanki bir ‘savaş’ın içinde değilmiş de sanki Türkiye’de her şey güllük gülistanlık iken, yanlış ekonomi politikası tercihleri nedeniyle enflasyon yükselmiş tavrı içinde olmalarını hayretler içinde takip ediyorum. Küresel sistemin önde gelen ülkelerinden başlayarak, tüm dünya esnafını, reel sektörünü ayakta tutmanın, iflasa sürüklenmekten kurtarmanın telaşı içerisinde.
ÖNCELİK İSTİHDAMIN KORUNMASI
İstihdamın korunması küresel ölçekte en temel öncelik. Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı’na (OECD), uluslararası kurumlar tüm para, maliye ve direkt kontrol politikası tedbirlerinin seferber edilmesi suretiyle reel sektörün, istihdamın, üretimin ayakta tutulmasını hararetle öneriyor. Tüm dünya ‘istihdamı koruma’nın peşindeyken, bir grup ekonomistin sanki 100 yılın en ağır küresel krizlerinden biri yaşanmıyormuş gibi ekonomi yönetimimizi ‘enflasyonla mücadele’ noktasında, ‘ortodoks’ yaklaşımlarla ‘zihinsel abluka’ya alma girişimi ne derece samimi, iyi niyetli olabilir ki?
SIKILAŞTIRILMIŞ PARA POLİTİKASI
İster klasik model, ister ‘yeni’ melez açık ekonomi modeli, işsizlik ile enflasyon arasında ters yönlü ilişkiyi tanımlayan ‘Phillips Eğrisi’ tüm gerçekliği ile karşımızda. ‘Küresel kriz’ ve ‘savaş’ ortamında, ‘enflasyonla mücadele’nin aşırı sertleştirilmesi ve enflasyonun bastırılmasına yönelik aşırı sıkılaştırılmış para ve maliye politikası tedbirleri, hane halkı tüketim harcamalarını, özel sektörün yatırım harcamalarını ve kamu harcamalarını çok sert daraltır. Zaten ‘Covid-19’a karşı ‘savaş’ veren esnafın ve KOBİ’lerin iflasa sürüklenmesi anlamına gelir. Esnafı ve KOBİ’leri iflasa sürükleyecek ölçüde bir ‘enflasyonla mücadele’ olmaz. Türkiye zaten enflasyonla mücadelenin önemli sacayaklarından biri olan ‘mali disiplin’ konusunda, ‘Covid-19’ ortamında küresel başarı ortaya koydu.
Kamunun kaynaklarını en verimli ve en istihdamı destekleyici alanlarda değerlendirip, tüketim ve yatırım harcamalarını belirli bir seviyede korumak ve desteklemek, üretilen katma değer bir yandan ‘istihdamın korunması’, diğer yandan ‘büyümenin sürdürülmesi’ anlamına gelir. Bir ‘savaş’ın ortasında, ‘bedeli ne olursa olsun fiyat istikrarı önceliktir’ diye politika seti oluşturulmaz. Öncelik, üretimi, istihdamı, büyüme ve ihracatı koruyarak, son 100 yılın en ağır krizlerinden birinden, Türkiye ekonomisini en az hasarla çıkarmaktır. Bu ‘tarihi’ savaştan çıkmanın en temel yolu ‘istihdamı korumak’, özel sektör ve kamu yatırımlarını desteklemek ve ihracatı destekleyici bir ‘rekabetçi kur’ düzeyini sürdürülebilir kılmaktır.
KÜRESEL GÜNDEM ‘COVİD’ SONRASI ‘YEŞİL’LENECEK
AB’den başlayarak ve bilhassa ABD’de Biden dönemiyle birlikte gözlenen yaklaşım farkıyla ‘Atlantik’ cephesi, ‘yeşil gelecek’ temasıyla, Paris İklim Anlaşması ve bu çerçevede ülkelerin karbon emisyonlarını ne miktarda azaltacaklarına dair net taahhüt ortaya koymaları konusunda basıncı giderek artacak bir baskı süreci başlatmaya hazırlanıyor. AB ve Japonya, şimdiden ‘2050 sıfır karbon toplumu’ hedef ve stratejilerini açıklarken, Çin de ‘2060’ tarihini dünya ile paylaştı. Biden yönetimi de 2060’a ‘sıfır karbon’ temalı ulusal bir stratejiyi dünya kamuoyu ile paylaşmaya hazırlanıyor. Bilhassa Atlantik İttifakı ülkeleri, aralarında mutabakat oluşturarak, tüm uluslararası kuruluş ve örgütlerin gündemine bu başlıkları birlikte taşımaya hazırlanıyor.
Türkiye olarak, bilhassa son dönemdeki ‘yenilenebilir enerji’ yatırım atağımızın bizi Avrupa ve dünya sıralamasında saygın ve kayda değer bir basamağa taşıdığı 2019 ve 2020 yılları itibariyle tüm dünyaya ‘karbon salınımı’nı şimdiden 2 yıl arka arkaya azalttığımızı hatırlatmamız gerekiyor. 2021-2023 dönemini, yenilebilir enerji yatırımları, nükleer enerji yatırımları, imalat sanayindeki ‘yeşil üretim’ hamleleri ve ‘sıfır karbon’lu ticaret atağına yönelik seri adımlarla; dünyayı yaşanabilir kılmak adına en ciddi çabayı ortaya koyan ülkelerin başında geldiğimizi strateji, politika ve verilerimizle en net şekilde ortaya koyduğumuzda, bu tablo Türkiye’nin dünya ekonomisindeki saygınlığına ve küresel ticaretteki ağırlığına da son derece ‘pozitif’ olarak yansıyacaktır.
02 Nisan 2021 Cuma