ABD’nin tetiklediği ‘ticaret’ ve ‘kur-parite’ kanalı üzerinden yürütülen ‘ekonomik savaş’a yönelik olarak ülkeler ABD’nin açık ve örtülü ekonomik yaptırımlarının etkilerini bir dizi karşı tedbirle yumuşatacak veya bertaraf edecek adımları hızlandırdılar. Öncelikle, ülkelerin yerel para birimlerinin dolar karşısında değer kaybı yaşaması, ‘ticaret’ savaşında ABD’nin elini zayıflatan bir gelişme olarak ifade edilebilir. Bu sürecin Türkiye açısından zorlayıcı olan yönü, Türk iş dünyasının ‘ticaret’ ve ‘kur’ savaşına yüksek bir ‘açık pozisyon’la yakalanması oldu. Bu nedenle, yabancı para cinsinden kullanılmış krediler için Türk bankacılık sektörüyle reel sektör arasında son birkaç aydır süregelen bir ‘teminat açığı’ tartışması söz konusu. Kamu otoritesinin hakemliğinde ve girişimiyle bu küresel savaşı reel sektör ile bankacılık sektörü arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmeden, her iki taraf açısından ‘kazan-kazan’ bir formülle atlatmamız gerekiyor.
OVP ARACILIĞIYLA DENGELEME
Bu noktada Orta Vadeli Program (OVP), 2018’in kalan 3.5 ayında ve bilhassa 2019’da, nasıl bir yol haritasıyla Türkiye ekonomisinde dengelenmenin sağlanacağı konusunda gereken ipuçlarını ortaya koyacak. İş dünyasının, OVP aracılığıyla ekonomi yönetiminin döviz kurlarında, faiz hadlerinde, enflasyon ve cari açıkta nasıl bir dengeleme sağlayacağı merak ediliyor. Bununla birlikte, ‘küresel ekonomik savaş’ın sebep olduğu ‘dönemsel’, ‘geçici’ belirsizliğe bağlı olarak, özel sektör yatırım harcamalarında gözleyeceğimiz kritik yavaşlamaya ve vatandaşımızın da yüksek kur ve yüksek faizi dikkate alarak tasarrufa yönelmesinden dolayı hane halkı tüketim harcamalarındaki göreceli yavaşlamaya bağlı olarak, 3. ve 4. çeyrekte büyümede bir ivme kaybı şaşırtıcı olmamalı.
İHRACATA DAYALI BÜYÜME
Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın da ifade ettiği üzere, tüketim ve yatırımdaki ılımlı yavaşlamaya rağmen 2. çeyrekte de büyümenin motoru iç talep kaynaklı oldu. Bununla birlikte, güçlü ihracat ve turizm gelirlerindeki yüksek performans sayesinde net dış talebin büyümeye pozitif katkı vermesi de kritik önemde. Türkiye ekonomisinde, 3. çeyrekten başlayarak, en az 6 ile 8 çeyreği ‘dengeleme’ dönemi olarak geçireceğiz ve 3. çeyreğe yönelik öncü ekonomik göstergeler, ‘dengeleme’ döneminin başladığına işaret ediyor. Albayrak, bu süreçte, ‘dengeleme’ döneminin temel hedeflerinden biri olan ‘ihracata dayalı büyüme’ istikametinde sürecin ilerlemesinin öneminin altını çiziyor. İç talepteki göreceli yavaşlamaya bağlı olarak, hammadde, ara mamul, yatırım ve tüketim malı ithalatındaki azalma, güçlü turizm ve ihracat geliriyle net dış talebin büyümeye katkısını artırırken, yapısal reformlarla desteklenen maliye politikasındaki sıkı duruşun ‘fiyat istikrarı’na (enflasyon) ve ‘finansal istikrar’a (cari açık) iyileştirici yöndeki etkisi, Türkiye’yi ‘sürdürülebilir büyüme’ patikasına da getirmiş olacak.
TCMB’DEN BAZUKA YAKLAŞIMI
TCMB, reel sektörde ve finans sektöründeki fiyat belirleme alışkanlıklarındaki ciddi bozulmayı dikkate alarak, piyasaya güçlü bir mesaj vermek adına 6.25 puanlık bir faiz artışı kararı aldı. Reel sektörde fiyat belirleme alışkanlıklarındaki bozulma, ‘fırsatçılık’ boyutuyla ithal hammadde, ara mamul ile üretilmeyen ürünlerde dahi fahiş fiyat artışları olarak kendi gösteriyor. Bu nedenle Ticaret Bakanlığı bu tür ölçüsüz fiyat artışları ‘ticari aldatmaca’ kapsamına aldı ve denetimleri yoğunlaştırdı. Finans sektöründe bankacılık, finansal kiralama ve faktoring alanında fiyat belirleme alışkanlıklarındaki bozulma ise manşet yıllık enflasyon yüzde 19 olmasına rağmen, reel sektöre rotatif kredilerde, çeşitli finansman modellerinde yüzde 30’dan başlayıp, yüzde 40, 42, hatta yüzde 50 faizle kaynak kullandırmaya kadar varıyor.
TCMB, son 2-3 yıldır, yerel ve küresel algısına yönelik saldırılara, ‘araç bağımsızlığı’ olmadığına dair yakıştırmalara böyle bir güçlü adımla cevap vermek de istemiş gözüküyor. Esasen, ekonomi literatüründe TCMB’nin veya ekonomi yönetiminin bu tür sert ve etkili adımları ‘bazuka yaklaşımı’ (bazooka approch) olarak adlandırılır. Bu adım, hiç şüphesiz hane halkı tüketim harcamaları üzerinde hayli sınırlayıcı; özel sektör yatırım harcamaları üzerinde ise ‘erteleme’ boyutunda net bir etkiye sebep olacağı gerçeğiyle büyümeyi ciddi anlamda yavaşlatacak. İstihdam üzerindeki etkisi de olumsuz olacak. Büyümenin bu dönemde dış talepten, yani ihracat ve turizm gelirlerinin pozitif etkisinden destek alması önemli bir gerekliliktir.
Ancak esas gereklilik, Para Politikası Kurulu’nun temel para politikası faiz oranını enflasyon beklentilerinin 2-3 puan üzerine çıkarmasının kısa süre içerisinde enflasyonda trendi aşağı döndürmesidir.
18 Eylül 2018 Salı