2017’nin son çeyreğinde de ihracat odaklı üretim performansını sürdüren Türk imalat sanayi, yüzde 8.2’lik bir katma değer performansıyla son çeyrek GSYH büyümesini de yüzde 7.3’e taşıdı. İnşaat sektörü 2016’nın 4. çeyreğinde yüzde 3.2, 2017 son çeyreğinde yüzde 5.8; tarım yüzde 0.4 iken, bu defa 2017’de yüzde 6; hizmetler sektörü ise 2016’da yüzde 3.7 katma değer artışı yakalamış iken, 2017’nin son çeyreğinde yüzde 9 katma değer artışı yakalamış olmasına rağmen, son çeyrekte büyümenin yüzde 7.3 düzeyinde gerçekleşmesi, bir sonraki TÜİK açıklamasında 4. çeyreğe bir revizyon gelebileceğine işaret ediyor. Çünkü, 2017’in 1. çeyrek büyüme oranı ilk açıklandığı yüzde 5’den yüzde 5.4’e, 2. çeyrek yüzde 5.1’den yine 5.4’e ve 3. çeyrek de yüzde 11.1’den 11.3’e revize oldu. Bu nedenle son çeyrek için de bir revizyon beklenmeli.
G20 ülkeleri arasında 2017’yi en yüksek büyüme oranı başarısıyla Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi 35 ülke arasında ise İrlanda’dan sonra 2. sırada yer aldık. Dünyanın önde gelen ekonomilerinin büyümek adına her türlü tedbiri, her türlü parasal genişlemeyi devrede tuttukları bir konjonktürde tüm terör örgütlerinin saldırılarını son 1.5 yılda, ‘milli-yerli’ imkanlarını seferber ederek, küresel ölçekte başarılı sınır ötesi operasyonlarla da bertaraf eden, 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimini destansı bir duruşla darmadağın etmiş Türkiye’nin, kendi yerinde bir başka ülke olsa nasıl toparlayabileceğini bilemeyeceği ekonomiyi, 2017’de büyüme rekoruna taşımış olması, Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve siyasi dinamiklerinin ve yapı taşlarının ne kadar güçlü olduğu konusunda en etkili ipucunu ortaya koyuyor. Üstelik de aynı 2017’de 2006-2016 dönem ortalamasının 2.4 katı bir performansla böyle zor bir konjonktürde, 1 milyon 635 binlik ek istihdam imkanına da imza atarak.
Türkiye ekonomisinin öncü göstergeleri, 2017’de yakaladığımız bu üretim performansının, ekonomideki dinamizmin, ihracatın 170 milyar dolar gibi yeni bir rekora yürüyüşünün, turizm sektöründeki ciddi toparlanmanın 2018 büyümesine de önemli bir yansıması olacağını gösteriyor. Bu noktada, Türk reel sektörünün küresel rekabetteki konumunu güçlendirecek, maliyet yönetimine dair reformların hızlandırılması, reel sektörün kârlılığının güçlendirilmesi, özel sektör yatırımlarının da hızlanmasıyla, 2018’de de yeni bir büyüme başarısının tetikleyicisi olacaktır.
AVRUPA’NIN GELECEĞİNDE TÜRKİYE VAR MI?
Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) nezdindeki iş dünyası sivil toplum kuruluşlarının birlikte gerçekleştirdikleri toplantı ve zirvelerde, uzun zamandır Türkiye-AB beraberliğinin her iki tarafın menfaatine, ‘kazan-kazan’ bir ilişki olduğu vurgulanıyor.
Bu nedenle Varna’da gerçekleşen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB Konseyi Başkanı Tusk ve AB Komisyonu Başkanı Junker’le de bir araya geldiği Türkiye-AB Zirvesi’nden çıkacak sonuçlara, liderlerin verecekleri mesajlara Türk ve AB iş dünyası hayli önem veriyordu.
AB liderlerinin ‘diyalog devam etmeli’ mesajları, Türkiye cephesinde ‘kabak tadı’ vermiş durumda. Türkiye’nin mülteciler meselesi başta olmak üzere, pek çok konuda bugüne kadar attığı yapıcı adımlara doğru dürüst karşılık veremeyen AB tarafına, Türkiye ‘Diyalog, diyalog. İyi de diyalog çağrısı da bir yere kadar. Artık, AB’nin somut adım atması gerekiyor’ diyor.
Tam üyelik müzakerelerinin hızlanması ve yeni başlıkların açılması, vize serbestliği ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonu süreçleri Türkiye’nin somut adım görmek istediği alanlar. İşin ilginç yanı, AB Konseyi Başkanı Tusk’ın AB açısından önemli risk, tehdit başlıkları olarak ifade ettiği ‘Çin’in küresel sistemde artan iddiası ve Güney Çin Denizi gerginliği’, ‘Rusya’nın komşularını da tehdit eden ve Avrupa’ya uzanan agresifliği’ ve ‘Orta Doğu ve Afrika’da tırmanan savaş, terör ve anarşi’ başlıkları, AB’nin Türkiye’yle ‘diyalogu sürdürme’nin çok ötesine geçecek, derinleştirilmiş, zenginleştirilmiş bir ekonomik, ticari, askeri ve siyasi ilişkiler bütünü oluşturmasını gerektiriyor. ABD ile AB arasında ‘ticaret savaşları’ üzerinden tırmanan gerginlik ve ABD’nin ‘agresif’ tutumu nedeniyle giderek fonksiyonlarını yitirmekte olan bir NATO, AB’nin bugün ve gelecekteki güvenliği açısından büyük risk oluşturuyor.
Tusk’ın tarif ettiği 3 kritik tehdit başlığı, ABD’nin bencilleşen tavrına bağlı olarak,AB’yi bölgesel ve küresel güvenlik açısından boşluğa düşürüyor. Türkiye‘li’ bir AB, bu 3 kritik tehdide karşı, siyasi ve askeri açıdan kendisini daha korunaklı hissedecek bir AB’dir ve Türkiye ile ekonomik-ticari işbirliği, AB şirketlerine, AB ekonomilerine küresel rekabet açısından ‘sürdürülebilirlik’ boyutunda önemli fırsatlar sunuyor. Buna karşılık, Türkiye‘siz’ bir AB, Tusk’ın belirttiği 3 kritik tehdidin ağır negatif etkilerine açık; küresel rekabette Türkiye’nin ‘kaldıraç’ etkisinden mahrum bir AB’dir.
AB liderlerinin bu hususları atlamamaları lehlerine olur.
02 Nisan 2018 Pazartesi