Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Kahve sözcüğünü okuyunca, duyunca veya bir fincan kahveyi görünce, hangimizin yüzünde bir tebessüm meydana gelmez, içimizde bir ferahlık ve moral hissetmeyiz?

Bu his; hatır, gönül, dostluk, anlaşma, kaynaşma gibi melekelerin harekete geçiş kapısıdır. Karşılıklı iyilik sözleşmesine ve yarenliğe oturulmuş duygusu verir.

Ekonomik, sosyal, kültürel ve sanat hayatımızla birlikte, insan münasebetlerinin meydana geldiği her mekânda kahvenin hatırı ve yeri vardır. Hemen her ortamda kendisinden söz ettirir, sohbetlerin başlama ve tamamlayıcı unsuru olarak yerini korur.

Kahve ve kahvehaneler üzerine dilimizde yazılmış, ayrıca diğer dillere tercüme edilmiş bir hayli kitap ve araştırma mevcuttur. Belki de dünyada sadece kahve, böylesine hatırlı yazılan nadir içeceklerdendir.

Bu hafta kahvenin kısaca tarihine yer vereceğiz ama önce, Osmanlı devrinde yaşamış bir kahveci esnafımızın, kahvesine şiirli zam isteğini nakledelim.

Rivayete göre kahvehaneci esnafımız, kahve fiyatına küçük bir zam talep edecektir ama duyurmaya sıkılmaktadır. Bir akşam kahvehanesini ya da esas adıyla ‘kıraathanesini’ sırlamadan önce (kapatma denilmezmiş) camına şu mısraı yazıp asmış.

“Kahve gelir Yemen’den yolları ırak

Beş para yetmez on para bırak.”

Sabah kıraathaneye gelen müşteriler bu isteği okumuş ve seslerini çıkarmamışlar. Hatırlı müşterilerden biri de şu mısraı yazarak zam isteği ilanının yanına asmış.

“Kahve gelir Yemen’den yolları sapa,
Beş para yetmezse dükkânı kapa.”

Kıraathane sahibi cevabı görünce, gidip kendi zam ilanını camdan almış. Haliyle müşteri de yazdığını almış. Böylece kimse kimsenin hatırına dokunmamış. Ne de olsa bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı yok mu?

***

Kahve üzerine araştırma yapan isimlerden biri de Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar İdaresi yöneticilerinden Sanat Tarihçisi Gökşen Canıyılmaz’dır. Kahvenin tarihçesi üzerine şunları kaydetmiş: “Araştırmacılar kahvenin Güney Habeşistan’dan tüm dünyaya yayıldığını iddia eder. Ve bu iddialar da etimolojik olarak kahve ile yakın bir benzerlik gösteren Güney Habeşistan’daki Kaffa yöresine bağlanır.

Kahve hakkında en eski kaynaklardan biri olan Abdul Kadir el-Ceziri’nin 16. yüzyıla tarihlenen risalesinde, kahvenin Yemen’de keyif verici bir içecek olarak yaygın bir şekilde kullanıldığı bilgisine ulaşılmaktadır.

El-Ceziri, kahvenin Habeşistan’dan Yemen’e, Şazeli tarikatının kurucusu Ebu’l Hasan Şazeli tarafından getirilip tanıtıldığını belirtmektedir. Kâtip Çelebi’nin aktardığı bir rivayete göre ise 1258’deki hac yolculuğu sırasında müridleriyle daldığı uzun sohbetlerinde kahve çekirdeklerini kaynatarak içtikleri belirtilmektedir.

Bu rivayet, daha sonraları Şeyh Şazeli’nin kahveci esnafının piri olarak tanınmasını sağlamış, Osmanlı’nın son yıllarına kadar da İstanbul’daki tüm kurukahveci dükkânlarına:

“Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız Hazret-i Şeyh Şazeli’dir üstadımız” levhalarının asılmasına neden olmuştur.”

***

Başka araştırmaların bir kısmında da kahvenin İstanbul’a gelişi hakkında birbirine yakın bilgiler vardır. Bunlardan biri de Tarihçi Solakzade’ye aittir. Şu bilgiler verilmektedir.

“Kahve, Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşen Mısır seferi sırasında 1519’da İstanbul’a gelmiş, İstanbul’da ilk kahvehaneler ise Hüseyin Ayvansaray’ın Mecmua-i Tarih’ine göre 1554’de açılmıştır.”

Evet, kahvenin tadını ve tarihini, bir deyim, bir de şarkı sözümüzle bitirelim:

“Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.”

Hangi kapıyı açmaz bu söz? Böyle diyenlere kapıyı kapatmamak lazım gelir, yoksa ardından şarkı sözü yazarı Ülkü Aker’in şu dizeleri gelir:

Bir fincan kahve olsam
Kırk yıl hatırım vardı
Ömrümü sana verdim
​Dönüp baksan ne vardı?

04 Mart 2022 Cuma