DR. İLHAMİ FINDIKÇI
Fert ve toplum olarak aydınlık bir geleceğe talip olmak, daha güçlü yarınların sahibi olmak için en önemli hareket noktası ve kaynak, hiç kuşku yok ki, insanın kendisidir. Yanlışımız, doğrumuz, hatamız, eksiğimiz, takıntımız, eleştirimiz, gelişme isteğimiz… Her ne varsa önce kendimizden başlamamız, önce kendimizi iyileştirmemiz ve düzeltmemiz şarttır.
İNSAN NEDİR?
Maddeyi, hayatın merkezinden çıkararak Hegel’in ifadesiyle yaşamı inşa eden fikirler ve inançlardan oluşan manayı, hayatın merkezine koymaktır bütün mesele. Varlık âleminde her şeyi yerli yerinde görmek, anlamak ve bu uçsuz bucaksız âlemde kendimizle, varlık nedenimizle buluşmak ve nihayetinde kendimizi bilmekten söz ediyoruz. Mesele belki de insan olmaktan uzaklaşıp yalnızca bir canlı olmaya meylettiğimiz şu zamanda, ‘insan nedir’ sorusunu tekrar ana gündemimiz haline getirmektir.
Zira insan olmayı; sadece üremeye, mal edinmeye, iktidar olmaya, üretmeye, diğerlerini geçmeye hapsetmekten çıkarmak zorundayız. ‘İnsanın ne işe yaradığı’ değil, ‘insanın ne olduğu’ üzerinden geliştirilecek fikir inşası, bizi ahlakın ve adaletin ev sahipliğinde sağlıklı bir düşünce düzlemine kavuşturur. Böylece hayatımıza bir anlam yükleyebilir, varlığımız üzerinden bizi var eden güçle doğrudan iletişim kurabiliriz.
Belki de buradan hareketle sadece insan soyunu değil, tüm varlığı etkileyen; deprem, tsunami, sel, volkanik patlama, çığ ve pandemi gibi doğal afetler ve ardından yaşanan krizlerdeki payımızı daha objektif biçimde görme imkânımız olacaktır.
Bildiğimiz ama uzaklaştığımız insani değerlerle böylece yeniden buluşabiliriz. Ve kendinden hızla uzaklaşan insanlık ailesi, günlük sığ çıkarların ve işlevlerin gölgesinden kurtularak yeniden kendi özüne yolcu olabilir. Zira gerçek ve kalıcı mutluluğa bu şekilde ulaşılabilir.
Varlığın özünü cisim ve maddede değil, ruh ve manada arama yolculuğu, bizi sevgiye ve sevginin başı dönmüş hali olan aşka götürecektir. İnsanın; kendine dönmesi, içeriden bakışı yakalaması, kendine yolculukta mesafe alarak doyuma ulaşmasıdır aşk.
Şükürle yetinmeyip olumsuzun içindeki hakikati görmek yani hamd edebilmektir aşk.
Aydınlık geleceğin neresindeyiz?
Bunca maddi ve ruhsal yıpranmanın yol açtığı kirlenme ile başa çıkmak için bize bir fırsat sunan kriz anlarını değerlendirmek ve gerçek mutluluğa götürecek aşkı yakalamak elimizdedir.
Acaba biz; fert, aile ve toplum olarak yeni yılın ve yılların sunacağı aydınlık geleceğin neresindeyiz?
Bu aydınlık geleceği, daha da aydınlatmanın mı yoksa ‘benlik’ ya da ‘ideolojik’ çıkmazlarımızı savunmanın mı derdindeyiz?
Unutmamalıyız ki, kendimizden ödün vermeden, hiçbir üretim yapmadan, herhangi bir riske girmeden, vakti geçmiş bilgilerin, takıntı haline dönüşen ideolojilerin karanlığında kalarak mesnetsiz eleştirilerle ve gösterişe dayalı bir çabayla günü kurtarmak, kurtardığımızı zannetmek ve böylece ayakta kaldığımızı düşünmek tam bir yanılgı ve yıkılmışlığın resmidir.
Ve yine unutmayalım ki her acı, tatlıya ulaşma azmimizi kamçılar. Hayatta yaşadığımız sarsıntılar, yeni bir denge kurmanın, ağlamak gülmenin, kış ilkbaharın, almak vermenin, negatif pozitifin, kavga barışın habercisidir.
Nice mutlu ve sağlıklı seneler dileğiyle yazımızı bir dörtlükle bitirelim.
“Gün gelir boşa çıkar yollar, yolculuklar,
Ömür yolu bir mola durağına gelir.
Senin için dursa da saat, bitse de yol,
Aslında devam eder zamandaki yolculuk.”
(İlham-ı Aşk, 2015)