SALİH KESKİN

www.inovasyonuzmani.com

 

Pandemi döneminde çalışanlar için kullanılan ve popüler hale gelen ‘sessiz istifa’ terimi, iş dünyasında yoğun şekilde tartışıldı. Bu terim, bir çalışanın mutsuz olduğu işyerinde işten ayrılmak yerine inisiyatif almayı bıraktığı ve sadece beklenen minimum çabayı gösterdiği bir durumu tanımlar. İşyerlerinde motivasyon eksikliği, tükenmişlik ve stres gibi sorunlar çözülmedikçe, bu konunun gelecekte de gündemde kalması muhtemel…

 

Sessiz istifa tanımlaması, son günlerde patronlar üzerinden gündeme taşındı. Genel olarak, patronlardaki duygusal yorgunluğun sebebi, genellikle ekonomik krizlerin neden olduğu resesyonlar ve çalışanlardaki sadakatsizlik gibi faktörler olarak görülüyor.


Deloitte tarafından yapılan bir araştırmaya göre, tepe yönetimin üçte biri sürekli olarak stres, yorgunluk, bunalma hissi, yalnızlık ve depresyonla mücadele ettiğini ifade ediyor.

 

Patronların zorlandıkları ortak konular olduğu gibi ülkelere göre farklı değişkenler de olabiliyor. Mesela,  Avrupa’da patronların firmalarını satma gerekçeleri daha farklı olabiliyor. Avrupa’da, orta ölçekli şirketlerin patronları artık yaşlanıyor. Bu patronlar genellikle 80 yaşına kadar şirketin başında kalabiliyorlar; çünkü ya çocukları yok ya da şirketi çocuklarına devretmek istemiyorlar.


Amerika gibi ülkelerdeki firma satışlarının ana nedeni ise dönüşüm yorgunluğu. Teknoloji, yapay zeka, şirketleri dönüşüme zorluyor ve buna ayak uyduramayan patronlar tıkanma aşamasına gelip şirketlerini satıyor.

 

CEO KOPUŞLARI

 

Yine üst düzey yönetici yerleştirme şirketi Challenger, Grayand Christmas Inc. tarafından yayınlanan yeni bir rapora göre, 2023’ün ocak-eylül ayları arasında bin 400’den fazla CEO görevinden ayrıldı. Bu, bir önceki yıla göre yüzde 50 artış demek.

 

Ve bu kişilerin arasında ‘aileden’ olanlar da var. Araştırma 2024’te ise CEO kopuşlarında rekor kırılacağını, şirket birleşme ve satın alma işlemlerinde patlama olacağını söylüyor. Bu yılsonuna kadar bin 200 şirketin el değiştirmesinin beklendiğinden bahsediyorlar. Velhasıl bu dalga artarak devam edeceğe benziyor.

 

Ama benim ‘patronların sessiz istifası’ tanımlamasına yaklaşımım biraz daha farklı: Çalışanların ‘sessiz istifa’sının etkilerini sonuçları itibariyle görebiliyoruz. Bu durum firmayı zayıf düşürse de alınacak tedbirlerle bunu tersine çevirme imkânımız her zaman mümkün.

 

NASIL TELAFİ EDİLECEK?

 

Yılgınlıklarının, isteksizliklerinin, hedefleri kaybetmiş olmalarının firmaların gelişim süreçlerine verdiği zararların hesabını çıkarabiliyor muyuz? Patronların sessiz istifalarının sonuçları ne kadar sessiz olabilir? Veya patronların sessiz istifa sürecinde olmalarının, bu süreçte firmanın yaşadığı ivme kaybının ekonomiye olan etkilerini hiç düşündük mü?

 

Belli bir seviyeye ulaşmış bir firmanın patronunun umutsuzluktan dolayı güç kaybetmesi, sadece o firmanın hissedarlarını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda o firmanın çalışanları, çalışanlarının yakınları ve diğer bağlantılı firmaları da olumsuz etkiler.


Onun için patronlar sessiz istifa etmez, edemez! Tam tersi, patronların istifası çok sesli olur!

 

Buna çözüm geliştirmek, işte bu nedenle çok önemli hale geliyor.

 

Belki ele alınması gereken bir çözüm olarak şunu düşünebiliriz: Firmanın güçlenmesiyle birlikte zamanla çalışanlarla firmanın liderleri arasında mesafeler oluşmuş olabilir ve bu durum çalışanların firmanın misyonuna olan bağlılığını zayıflatabilir.


Bu durumu çözmek için patronların, çalışanlarıyla aralarında oluşan bu mesafelerin nedenlerini tekrar gözden geçirmeleri gerekebilir.

 

PATRONLARA ÖNERİLER

 

  • İşyerinde açık iletişim kanalları oluşturarak çalışanların endişelerini ve memnuniyetsizliklerini paylaşmalarını teşvik edebilir ve çalışanlardan düzenli olarak geri bildirim alabilirler.
  • İşyerinde adalet ve şeffaflık prensiplerine dayalı politikalar oluşturarak güveni artırabilirler.
  • Takım ruhunu güçlendirmek için çalışanların birbirleriyle daha yakın ilişki kurmalarını sağlayıp işbirliğini teşvik edebilirler.
  • Stresle başa çıkma becerilerini geliştirebilirler.
  • İş yükünü dengelemek için iş önceliklendirme stratejisi geliştirebilir ve işlerini mümkün mertebe delege edebilirler.
  • Deneyimli koçlarla çalışabilirler.
  • Düzenli olarak mental ve fiziksel dinlenmeye zaman ayırabilirler.
  • Pozitif bir şirket kültürü oluşturmaya çalışabilirler.
  • Yenilikçi projeler veya değişimler üzerinde çalışarak rutinden sıyrılabilir ve hobilerine zaman ayırabilirler.

06 Mayıs 2024 Pazartesi

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ

 

Türkiye Turing Kurumu’nun bursiyerleri arasından bir metodoloji ile kurumun başarı endeksine göre seçilen İstanbul’un seçkin üniversitelerinde okuyan 34 kişilik öğrenci grubu ile dört Balkan ülkesine beş gün süren ‘kültür ve eğitim programı’ seferine çıktık. Kosova Priştine’den girdik, Saraybosna’dan İstanbul’a döndük. Yani toplamda Kosova, Karadağ, Arnavutluk ve Bosna Hersek olmak üzere dört ülkede birçok yere uğrandı. Priştine, Prizren, İşkodra, Kotor, Bar, Budva, Sveti Stefan, Perast, Stolaç, Poçitel, Blagay, Mostar, Konyits, Ahmiçi, Travnik ve Saraybosna. Turing literatürü içinde bu türden seyahatin adı gezi değil, eğitim ve kültür programıdır. Geliş ve gidiş hariç şehirlerin tümü karayolu üzerinden gezildi. Programlar günün 09.00-21.00 saatleri arasında icra edildi.

 

Bilindiği üzere bir bütün olarak Balkan ülkeleri; muhteşem coğrafyası, kültürel miras zenginliği ve insan çeşitliliği ile siyasi, etnik, kültürel ve dini çatışmaların en acımasızca yaşandığı, bunların izlerinin de halen canlı tutulduğu bir coğrafyadır aynı zamanda. Kendi tarihi geçmişi de yakın tarihinden farklılık arz etmez. Bölgede barış, Sultan Fatih’in çabaları ile tesis edilmiş ve Osmanlı döneminde hüküm sürmüş. Bölgede İslam’ın yayılışı ise yine Sultan Fatih döneminde olmuş. 

 

*           *           *

 

Bu yazıda odak noktamız; Türkiye’deki üniversite öğrencilerimiz açısından Balkan şehirleri bir bütün olarak ne ifade eder, nasıl değerlendirmemiz gerekir? Tabii ki eğitim ve kültür açısından, yaşanmışlıklar üzerinden, tarihten de kopmadan. Kısaca, Balkanlar’ın bugün için bize ne söyleyeceğine odaklanarak ve öğrencilerimizin nasıl bir kazanım elde edeceklerine dair hesap yaparak.


Aslında Balkanlar; coğrafi, dini ve kültürel açıdan bakıldığında, tüm çatışmalara rağmen barış içinde yaşamaları zorunlu olan tek ülke görünümündedir. Bölgeye dair; tarih, coğrafya ve keskin deneyimler gösteriyor ki, etnik ve dini çeşitliliği bir zenginlik olarak görüp, bunu içselleştirip barış içinde yaşamanın devamlılığını tesis etmek gerekir. Bölgedeki nehirlerin konumu ülkeleri nasıl birbirine bağlıyorsa kültürün uzlaştırıcı boyutunu geliştirmek ve bunun üzerinden gitmek en akıllıcası olarak görünüyor.

 

Prizren’de çarşıda dolaşırken Türkçe konuştuğumuzu gören 80 yaşlarında bir ak saçlının gençlere gelerek doğrudan ‘Tayyip Erdoğan’ın kıymetini bilin’ sözü ile başlayan tavsiyelerini keskin ve heyecanlı bir şekilde arka arkaya sıralamasını, gençler şaşkınlıkla dinledi. Boşnak rehberimiz bir rehberden öte program boyunca Balkanlar’ın yakın tarihini, bugününü anlayabileceğimiz bir şekilde film şeridi kıvamında detaylıca anlattı. 

 

*           *           *

 

Programın başından sonuna kadar bizimle olan Sosyolog İsmail Coşkun Hoca ise yolculuk esnasında yaptığı değerlendirmelerle bölgeyi nasıl okumamız gerektiği üzerine entelektüel bir bakış açısı kazandırdı. Gazi Hüsrev Bey Camii’nin avlusunda görüşlerini aldığımız Profesör Coşkun’a göre, Osmanlı gibi Balkanlar zeminine de yaslanan bir dünya imparatorluğunun etkinliğini, bu coğrafyada inşa ettiği ortak yaşam ve medeni kültürün en iyi örneğini Balkanlar’da görürüz. Balkan dillerine çok sayıda kelime de vermiş bu kültürün atlattığı bunca badirelere rağmen buralarda yaşamaya devam ediyor olması, kendi dinamizmini ve gücünü ifade eder. Gençler açısından bu bölgenin önemi; inşa edilen ortak yaşam kültürünün göstergelerini yerinde gözlemleme açısından son derece kritik. Basit bir nostaljinin ötesinde bir dünya imparatorluğunun; toplumsal, iktisadi ve siyasi zeminde halklarla, kültürlerle nasıl ilişkiler kurduğunu görmek, gençler açısından stratejik önemi haizdir ve bir derstir.

 

Bu programa da bizatihi liderlik eden Türkiye Turing Kurumu’nun Başkanı Dr. Bülent Katkak’ın engin turizm deneyimi ile öğrenciler için inşa ettiği gerek yurtiçi gerekse yurtdışı seyahat modeli, bütün detaylarıyla örnek alınacak ve inceleme yapılacak kadar kıymetli. Bir seyahatin katılımcıları açısından kazanımlarını artırmak kendi başına önemli. Bu durum, ilk adı Türk Seyyahin Cemiyeti olan yüzyıllık bir kurum olan Turing’e elbette çok yakışır. 

 

Balkanlar bize bunları söyledi. Avrupa ülkelerinden ve Türkiye’den gördüğümüz çok sayıda Türk seyahat grubu ise bizleri umutlandırdı. İmkân buldukça gençleri bu kültürel coğrafya ile tanıştırmakta büyük yarar var.

13 Mayıs 2024 Pazartesi

DOÇ. DR. ADNAN ERTEMEL

adnan.ertemel@gmail.com

 

Geçtiğimiz haftalarda, bir müşterinin ikram için aldığı çikolatanın küflü olduğu iddiasıyla ilgili olarak bir çikolata markasıyla ilgili yaşanan olaylar, markanın patronunun basit bir cevap vermesiyle birlikte kurumsal dünyada geniş yankı uyandırdı.

 

Markanın patronunun genel müdürlük görevinden istifa etmesiyle sonuçlanan bu gelişmeler, günümüz dünyasında sosyal medyanın hayatımıza ne denli entegre olduğunu bir kez daha gösterdi. 

 

Günümüzde markaların sadece ürün ve hizmetlerini sunmakla kalmayıp aynı zamanda müşteri deneyimini yönetmeleri gerekiyor. Müşteri deneyimi, artık markaların rekabet avantajı elde etmeleri için kritik bir faktör haline geldi. Bu nedenle markalar, müşteri memnuniyetini sağlamak ve sadakati artırmak için sürekli olarak müşteri geri bildirimlerine ve taleplerine kulak vermeli ve bu doğrultuda hareket etmeli.

 

SOSYAL MEDYA ÇAĞINDA MARKA OLMAK

 

Artık markaların halkla ilişkiler ve iletişim faaliyetlerinde proaktif olmalarının kritik önemi, geçmiş yıllara kıyasla daha da belirgin hale geldi. Sosyal medyanın gücüyle birlikte marka kavramının tanımı dahi değişti; artık marka, işletmenin sosyal medyada konuşulanların bir bileşkesi olarak değerlendiriliyor. Bu durum, algının gerçeğin ötesinde bir öneme sahip olduğunu gösteriyor.

 

Markaların bu algıyı yönetme sürecinde şansa yer olmadığı aşikâr. Her ne kadar bir markanın her müşterisini memnun etmesi mümkün olmasa da olumsuz deneyimleri marka için bir fırsata çevirmek, hızlı ve proaktif, samimi ve şeffaf bir şekilde hatayı kabul edip telafi etmek mümkün. Kriz yönetimi tam da bununla ilgili bir kavramdır. 

 

KRİZ YÖNETİMİ 

 

Kriz yönetimi becerileri günümüzde markaların başarısını belirleyen önemli bir unsurdur. Herhangi bir kriz durumunda, markaların hızlı, etkili ve şeffaf bir şekilde müdahale etmesi ve krizi yönetme yetenekleri, markanın itibarını koruması veya yeniden inşa etmesi açısından hayati öneme sahip. Bu nedenle, markaların kriz durumlarına karşı önceden hazırlıklı olmaları ve etkili bir kriz iletişimi stratejisi geliştirmeleri önemli.

 

Örneğin, bahsi geçen çikolata markası, olumsuz bir deneyimi telafi etmek amacıyla ilgili müşteriye ücretsiz çikolata göndererek samimi bir açıklama yapabilirdi. Bu şekilde, olumsuz bir deneyimi nötralize etmek yerine hızlıca olumlu bir deneyime dönüştürebilir ve markanın kamuoyu nezdindeki algısını olumlu yönde etkileyebilirdi.

 

Müşteri sadakati günümüz dünyasında geçmişte hiç olmadığı kadar önemli hale geldi. İstatistikler, mutlu bir müşterinin deneyimini çevresindeki üç arkadaşıyla paylaşıp markayı tavsiye ettiğini gösteriyor. Ancak, internet üzerinden gerçekleşen ağızdan ağıza pazarlama, aynı zamanda potansiyel bir tehdit de oluşturuyor. Mutsuz hale getirilmiş bir müşterinin deneyimini ise ortalama yedi arkadaşıyla paylaştığını belirten istatistikler, bu durumu vurguluyor.

 

Sonuç olarak yüzlerce belki de binlerce çalışanı olan ve yıllarca süren ciddi emeğin ürünü olan bir markayı inşa etmek gerçekten çok zor bir süreç. Ancak, profesyonelce yönetilmiş bir halkla ilişkiler stratejisi ve iletişim, markaların hızla müşteri nezdinde itibarını sıfırlamasını önleyebilir. İşletmelerin, bu tür vakalardan ders çıkararak markalarını korumak için gerekli adımları atmaları gerekli.

13 Mayıs 2024 Pazartesi