tatil-sepeti

Uzmanlar, Akdeniz’den kuzeye yayılan deniz canlılarının, yerel ekosistemdeki dengeleri bozarak, Karadeniz’in ‘Akdenizleşmesine’ yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Türkiye yetiştiricilikte kendini geliştirse de ‘ekosistem esaslı’ balıkçılık yönetimine geçilmemesi halinde, avlanan balık miktarının giderek azalacağına dikkat çekiliyor. 

 

İklim değişikliği, Türkiye’nin balıkçılık sektörünü derinden etkilemeye başladı. Artan deniz suyu sıcaklıkları, balık popülasyonlarının dağılımını ve bolluğunu değiştirerek, sektör üzerinde ciddi baskı oluşturuyor. Özellikle Karadeniz ve Akdeniz’de bazı balık türlerinin azalması, yerel balıkçıları ve ekonomiyi olumsuz etkiliyor. Deniz suyu sıcaklıklarındaki artış, bazı balık türlerinin göç yollarını ve üreme alanlarını değiştirmesine neden oluyor. Karadeniz’de hamsi ve istavrit gibi önemli türlerin popülasyonlarında azalma görülürken, Akdeniz’de ise yeni tropikal türler dikkat çekiyor. Bu durum, geleneksel balıkçılık yöntemlerinin ve hedeflenen türlerin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.

 

6 ÖNEMLİ TEHDİT

 

Türkiye’deki balıkçılık sektörü gündemlerini değerlendiren Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, dünya su ürünleri üretimi içinde avcılık yoluyla sağlanan üretimin giderek azaldığını, bu durumun nedenlerinin ise önem sırasına göre şöyle sıraladı: 

 

* Aşırı avcılık

 

* Deniz kirliliği

 

* Baskın türlerin egemenliği

 

* İstilacı türlerin artması

 

* Biyoçeşitlilikte yaşanan değişim

 

* Denetim ve kontrol verimsizliği

 

AVLANANIN 2 KATI YETİŞTİRİLİYOR

 

Avcılık ve üretim dahil olmak üzere su ürünleri üretim miktarının 800 bin tonun üzerinde olduğunu aktaran Sarı, “Bu 800 bin tonun 300 bin tonunu biz denizlerden avlıyoruz. Geriye kalan miktar 500 küsur bin ton. Bunu da yetiştiricilik yoluyla elde ediyoruz. Halbuki 2000 yılında avcılık 600 bin ton, yetiştiricilik 60 bin ton civarındaydı. Yani avcılık 24 yıl içerisinde yarı yarıya azalmış. 300 bin ton balığımız kayıp. Yetiştiricilikte ise çok iyi bir ivme yakalamışız ve bu ivmeye paralel olarak da neredeyse avladığımızın 2 katına yakın bir balık yetiştiriyoruz” dedi. Su ürünleri yetiştiriciliğindeki artışın tamamen olumlu olarak algılanmaması gerektiğini ifade eden Sarı, 1 kilogram çipura, levrek veya alabalık yetiştirmek için denizden 2.5 ila 6 kilogram balık avlandığını, bu nedenle denizlerdeki balık stoku biterse, yetiştiricilik imkanının da kalmayacağını belirtti.

 

EN FAZLA BALIK KARADENİZ’DE

 

Yıllar içinde avlanan balık miktarındaki azalışın balıkçılık yönetimindeki sıkıntıları ortaya koyduğu görüşünü paylaşan Sarı, şöyle devam etti: “Şu anda Avrupa’da su ürünleri yetiştiriciliğinde Türkiye birinci sırada. Belçika’da bir çipura sipariş ederseniz o çipura yüzde 80 Güney Ege’de bizim kıyılarımızda yetiştirilmiştir. O kadar iddialıyız. Fakat sürdürülebilirlik için denizlerdeki balık stoklarımızı korumamız lazım. Avcılıkta 2022 istatistikleri baktığımızda 126 bin tonu hamsi, 50 bin tonu palamut, 16 bin tonu sardalya, 15 bin tonu istavrit, 11 bin tonu çaça, 8 bin tonu mezgit ve 4 bin tondan biraz fazlası karides. Yine 8 bin ton civarında da salyangoz avlamışız. Bu 7 tane tür, denizlerimizde en fazla çıkan türler. Bu türlerin yanına en fazla 3 tür daha ekleyebiliriz. Çeşitlilikte azalma görüyoruz.” 

 

MARMARA’DA 24 BİN TON

 

Marmara’da 2000’li yılların başında avlanan balık miktarının 80 bin tonlara kadar çıktığını fakat şu anda bu miktarın 24 bin tona düştüğünü vurgulayan Sarı, “Marmara bir biyolojik koridor. Bu koridorun kapıları olan boğazlarda avcılık kesinlikle durdurulmalı. 13 bin ton hamsi, sardalya, istavrit, lüfer, palamut, mezgit ve çok az, 3 bin 500 ton civarında karides avlamışız. Başka da dişe dokunur bir şey yok. Bu arada TÜİK verilerine göre Marmara’da 56 farklı tür balık avladığımız görünüyor. Fakat Marmara’da avladığımız 

24 bin ton balığın 21 bin tonu 7 türden geliyor. Tüketmişiz” değerlendirmesinde bulundu.

 

600 MİLYON KİŞİYE GEÇİM KAYNAĞI

 

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, balıkçılık ve kültür balıkçılığı sektöründe yaklaşık 58,5 milyon kişi istihdam edilirken bu kişiler ve bakmakla yükümlü oldukları yakınları da dikkate alındığında dünya genelinde yaklaşık 600 milyon kişi geçimini bu sektörden sağlıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre sektördekilerin yaklaşık yüzde 37’si tam zamanlı, yüzde 23’ü yarı zamanlı çalışırken diğer kısmı dönemsel çalışanlar oluşturuyor.

 

EKOSİSTEM ESASLI BALIKÇILIK YÖNETİMİ NEDEN ÖNEMLİ?

 

Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle balık stokları, canlıların üreme kabiliyetleri ve kapasiteleri korunabiliyor. Konu hakkında konuşan Prof. Dr. Mustafa Sarı, “Bu sistemle deniz ekosisteminin ve balıkçıların gelirlerinin de korunarak hamsi, istavrit gibi soflarda görmeye alışık olunan ticari türlerin devamlılığı sağlanabilir” dedi. Sarı, ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle birlikte yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Kirliliği ve habitat tahribini azaltacağız, diplerin kazınmasını azaltacağız. Sonra koruma alanları oluşturacağız. Balıkların, canlıların rahatça üreyeceği, oradan bütün denize yayılacakları uygun koruma alanları oluşturacağız. Avcılık düzenlemelerini, balıkçılık düzenlemelerini sadece soframıza gelen türlerle sınırlı tutmayacağız. Eğer ben hamsi avlarken aynı zamanda vatozları da avlıyorsam bunun önüne geçmemiz lazım. Sonra balıkçıyı bu yönetim sisteminin bir parçası haline getirmeliyiz.”

 

TÜRLER, AKDENİZLEŞME TEHLİKESİ ALTINDA

 

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Dalyan, şöyle devam etti: “Karadeniz gibi binlerce yılda oluşmuş deniz ekosistemindeki türler Akdenizleşme tehlikesi altında. Bu türlerin besin zincirindeki yerlerini ve ekosistem üzerindeki etkilerini anlamak şu an için mümkün değil, çünkü veri eksikliği var. Karadeniz’in Akdenizleşmesi ile daha az hamsiyi tezgahlarda görebiliriz ve bu durum, ekonomik ve ekolojik değişikliklere neden olabilir. ‘Akdenizleşme’ kavramı, Akdeniz’in flora ve faunasının Karadeniz’e hakim olması, Karadeniz’in kendine özgü yapısının kaybolması anlamına geliyor. Bu durum iki denizin biyolojik açıdan farklı yapılarının ortadan kalkmasına, ekosistem çeşitliliğinin kaybolmasına ve tek bir ekosistem haline gelmesine neden olabilir.”

05 Ağustos 2024 Pazartesi

Jandarma Genel Komutanlığı’na 300 lojistik, 10 bando alt branşlarında olmak üzere 310 uzman erbaş alınacak. Kimler başvurabilir? Başvuru şartları neler? Başvuru için son gün ne zaman? İşte detaylar…

Resmi Gazete'de Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı’ndan yayımlanan ilana göre, başvurular 23 Ekim ile 6 Kasım tarihleri arasında internet üzerinden yapılacak.

 

KİMLER BAŞVURABİLİR?

Başvuru yapabilecek 1 Ocak 2024 itibarıyla 20 yaşından gün almış ve 27 yaşını bitirmemiş adaylardan, 2023-2024 KPSS'den 50 ve üzeri puana sahip olma şartı aranacak.

 

BAŞVURU İÇİN SON GÜN NE ZAMAN?

Başvuruların başlama ve bitiş saatleri, temini yapılacak uzman erbaş alt branşları, temin şartları ve diğer detaylar https://vatandas.jandarma.gov.tr, www.jsga.edu.tr ve https://kamuilan.sbb.gov.tr internet sitelerinde yayımlanacak.

23 Ekim 2024 Çarşamba

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), jeopolitik çatışmalar ve iklim değişikliğinden kaynaklanan aksamaların kritik deniz geçiş noktalarını tehdit ettiği ve küresel ekonomi, gıda güvenliği ve enerji arzının artan risk altında olduğu uyarısında bulundu.





UNCTAD, "Deniz Taşımacılığı 2024 Değerlendirmesi: Deniz Geçiş Noktalarının Seyri" başlıklı raporunu, basın toplantısında açıkladı.

Rapora göre, küresel deniz ticareti 2022'deki daralmanın ardından toparlanma eğilimine girdi ve 2023'te yüzde 2,4 büyüyerek yaklaşık 12,3 milyon tona ulaştı.

Bu yıl ise deniz ticaretinin demir cevheri, kömür ve tahıl gibi dökme yük emtialarının yanı sıra konteynerle taşınan mal talebinin artmasıyla yüzde 2'lik mütevazı bir büyüme göstermesi bekleniyor.

Geçen yıl yüzde 0,3 büyüyen konteyner ticaretinin bu yıl yüzde 3,5 artış göstereceği tahmin edilirken, UNCTAD'a göre bu rakamlar daha derin zorlukları maskeliyor. Bu nedenle, küresel deniz ticaretinde uzun vadeli büyüme, sektörün Ukrayna'daki savaş ve Orta Doğu'da artan jeopolitik gerginlikler gibi devam eden zorluklara nasıl uyum sağlayacağına bağlı olacak.

ROTALARIN UZAMASI YÜKSEK MALİYET VE EMİSYONLARA YOL AÇIYOR

Dünyadaki kritik deniz geçiş noktaları aksamalarla karşı karşıya kalarak gecikmelere, rota değişikliklerine ve daha yüksek maliyetlere neden oldu.

Küresel ticaretin kritik arterlerini oluşturan Panama ve Süveyş kanallarındaki trafik, 2024 ortasında, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 50'nin üzerinde düşüş gösterdi.

Bu gerileme, Panama Kanalı'nda iklim değişikliği kaynaklı düşük su seviyeleri ve Süveyş Kanalı'nı etkileyen Kızıldeniz bölgesindeki çatışmaların patlak vermesinden kaynaklandı.

Aden Körfezi ve Süveyş Kanalı'ndan geçen gemilerin tonajı da sırasıyla yüzde 76 ve yüzde 70 azaldı.

Gemilerin rotalarını Kızıldeniz'den Ümit Burnu'na çevirmesiyle, bölgedeki gemi varışları yüzde 89 arttı. Bu durum mal akışının sürdürülmesine yardımcı olurken, maliyet artışları, gecikmeler ve karbon emisyonlarının yükselmesine yol açtı.

UNCTAD, Uzak Doğu-Avrupa rotasında 20-24 bin TEU konteyner gemisinin, Süveyş Kanalı yerine Afrika'yı dolaşarak seyahat ettiğinde, Avrupa Birliği'nin (AB) Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında sefer başına 400 bin dolar ek emisyon maliyetine maruz kaldığını hesapladı.

Daha uzun süren rotalar, liman tıkanıklığının artmasına, daha yüksek yakıt tüketimi ve mürettebat ücretleri, sigorta primleri ve korsanlık riskine maruz kalma ihtimalinin artmasına da neden oldu.

Geçen yıl küresel ton-mil dengesi yüzde 4,2 artarak maliyet ve emisyonların yükselmesine yol açarken, rotaların uzaması küresel lojistik ve tedarik zincirleri üzerinde baskı oluşturdu.

 EN KÖTÜ ETKİLERİ AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER YAŞIYOR

Yaşanan aksaklıklar ve artan maliyetlerden tüm ülkeler eşit şekilde etkilenmiyor. Gelişmekte Olan Küçük Ada Devletleri (SIDS) ve En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC), en kötü etkileri yaşıyor.

Hesaplamalara göre, Kızıldeniz ve Panama Kanalı'ndaki krizin devam etmesi durumunda küresel tüketici fiyatları 2025 sonuna kadar yüzde 0,6 artabilir. SIDS için potansiyel etkinin daha şiddetli olma riski bulunuyor.

Denizcilik sektörünün iklim değişikliğinin artan etkileri ve diğer aksamalara karşı dayanıklılık ihtiyacının aciliyetini de vurgulayan UNCTAD'a göre, sektördeki bir diğer acil sorun da güvenliği,  kirlilik kontrolünü ve denizci refahını zayıflatan sahte gemi tescilleri ve bundaki artış.

UNCTAD, denizcilik sektörünün artan zorluklarla karşı karşıya kaldığı bu dönemde, kritik geçişlerdeki kesintilerin ele alınması, düşük karbonlu ve yeşil denizciliğe yatırım yapılması, liman verimliliği ve adaptasyonunun artırılması, iç bölge bağlantılarının geliştirilmesi ve sahte gemi tescillerine karşı mücadele edilmesi çağrısında bulundu.

"TÜKETİCİ KEMER SIKIYOR, YATIRIMCI BEKLE-GÖR MODUNDA"

UNCTAD Teknoloji ve Lojistik Direktörü Shamika Sirimanne, basın toplantısında, küresel deniz ticaretinin bu yıl yüzde 2 büyümesini beklediklerini belirterek, 2025-2029 döneminde yıllık bazda yüzde 2,4 artış öngördüklerini dile getirdi.

Orta vadedeki bu büyümenin teknolojik gelişmeler, yeşil dönüşüm ve deniz ticareti altyapısına yönelik yatırımlara ilginin yeniden canlanmasıyla destekleneceğini söyleyen Sirimanne, "Ancak küresel deniz ticaretinin büyümesi üzerinde aşağı yönlü riskler oldukça baskın. Jeopolitik gerginlikler, süregelen çatışmalar ve savaşlar, uluslararası ticareti oldukça olumsuz etkiliyor. Birçok düşük gelirli ülke borç yüküyle karşı karşıya kalıyor, yüksek borçlanma maliyetleriyle boğuşuyor ve dış şokları yönetmekte zorlanıyor. Gelecek belirsiz olduğunda, biz tüketiciler olarak kemer sıkıyoruz. Yatırımcılar ise bekle-gör moduna geçiyor ve ekonomi ve beraberinde uluslararası ticaret de zarar görüyor." diye konuştu.

UNCTAD Ticaret Lojistiği Birimi Başkanı Jan Hoffmann da kritik deniz geçiş noktalarını etkileyen sorunlar nedeniyle navlun fiyatlarının arttığını ve bu artışın tüketici fiyatlarına yansıyacağını belirterek, "Eğer bu geçiş noktalarındaki kriz devam eder ve navlun fiyatları yüksek kalmayı sürdürürse, tüketici fiyatları 2025 sonuna kadar yüzde 0,6 artabilir. Bu oran SIDS ülkelerinde yüzde 0,9. Yani küresel ortalamanın neredeyse yüzde 50 daha fazlası." uyarısında bulundu.

22 Ekim 2024 Salı